Suyun dökülüp saçılması. * Serabın uzaktan su gibi görünüp parlaması.
DAHDAHA
Yorulmak, yorultmak. * Yavaşlamak. * Muti etmek, emre itaat ettirmek. * Hor etmek.
DAHDAR
Beyaz bez.
DAHH
Bevlin uzaması.
DAHH
Yer altında bir şey gizlemek.
DAHHAK
Çok gülen. Çok gülücü. * İran'da eski tarihte yaşamış çok zâlim bir hükümdarın adı.
DAHHAS
(C.: Dehâhis) Toprak içinde kaybolup bulunmayan küçük bir böcek.
DAHIK
Gülen, gülücü.
DAHIKE
(C.: Davâhık) Gülme ânında çıkan dört dişin birisi.
DAHIS
Tırnak yakınında olan bir verem hastalığı.
DAHIYE
Nâhiye.
DAHİ
Eşine ender rastlanır, hârikulâde zekâ, fatanet ve hikmet sâhibi.
DAHİKE
(C.: Davâhik) Azı dişlerinden her biri.
DAHİL
Hayrette kalan kimse.
DAHİL
(Bak: Dahl-Dehal) Girmek, karışmak. Dokunmak. Taarruz etmek, müdâhale eylemek.
DAHÎL
Yabancı, sığınan, sığınmış. Muhacir. * Birisinin içyüzü, niyet ve mezhebi. Dâhil ve içerde. Birisinin bütün gizli ve sırlı işlerine vâkıf olan dost ve hemdemi. * Evvelâ alâkasız olup sonradan bir cemaate dâhil olan. * Edb: Başka bir dilden olup, sonradan diğer bir dile geçen kelime. * Tıb: Vücud âzalarında birbirine girmiş ve sokulmuş olan mafsallar.
DÂHİL
İçeri. İç. İçinde. İçeri girmiş.
DAHİLE
(C.: Devâhil) Bir şeyin içi, içyüzü.
DAHİLEK
Yalvarırım, sana sığınırım, sana güvenirim (meâlinde.)
DAHİLEN
İçten, içerden, dâhilden.
DAHİLİYE NAZIRI
İçişleri Bakanı.
DAHİM
(Dahâmet. den) Yoğun ve fazla koyu olan. Kalın olan.
DAHİM
(Dâhim) f. Taç.
DAHİM
f. Nasib ve rızık.
DAHİNE
(C.Devâhin) Duman çıkan baca.
DAHİR
Dere, vâdi. * Dağ başı.
DAHİR
(C.: Dehâyir) Toplanılmış veya gömülmüş mal.
DAHİS
Kokmuş, kemiksiz et. * Semiz nesne. * Çok adet, fazla miktar.
DAHİS
Hayvanların tırnak diplerindeki et parçası. Dolama hastalığı.
DAHİS
Müfsid, arayı bozan. * Koyun yüzerken deri ile etin arasına elini sokan. * Bir meşhur atın adı.
DÂHİYE
Hârikulâde zekâ ve fetanet sahibi. * Âfet, belâ, musibet. Kazâ. Emr-i azîm. Büyük iş ve hâdise.
DÂHİYE-İ DEHYÂ
Çok büyük belâ, musibet.
DÂHİYE-İ EDEB
Edebiyatta dâhi olan, eşine az rastlanan büyük edib.