Z Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • ZAHİR

    (Zahr. dan) Kuvvetli deve. * Yardımcı, arka çıkan. * Geriden gelen kuvvet.
  • ZAHİR

    Yüksek şeref. * Neşv ü nemâ bulup, gelişip, etrafa sarılıp sarmaşmış bitki.
  • ZAHİR

    Engin denizler. * Taşkın, coşkun. * Semiz, tavlı ve bol olan.
  • ZAHİR

    Parlak, parlayan. Hüsün ve safvet üzere olan.
  • ZAHİR

    (Zuhur. dan) Görünen, âşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan. * Görünüşe göre. * Şüphesiz. * Suret. Dış yüz. Görünüş. * Anlaşılan. * Meğer. Galiba. Zannederim. Elbette.
  • ZAHİRE

    Dışarı fırlamış olan göz. * Günün yarısında devenin otlamaktan gelmesi.
  • ZAHİRE

    (Zahâyir) Öğle vakitleri sıcaklığın çok olduğu vakitler.
  • ZAHİRE

    (C.: Zevâhir) Parlak.
  • ZAHİRE

    Anbarda saklanan yiyecek, hububat. Azık.
  • ZAHİRE-İ ÂHİRET

    Ahiret azığı. Hayır ve iyilikler. Sâlih amel ve ibâdetler.
  • ZÂHİREN

    Görünüşe göre. Meydanda olduğu gibi. Göründüğü gibi.
  • ZÂHİRÎ

    (Zâhiriyye) Görünüşte olduğu gibi. Zâhire âit ve müteallik. Asıl ve hakiki olmayan. * Zâhiriyyun mezhebine âit olan. (Bak: Zâhir)
  • ZÂHİRÎ MEZHEB

    Huk: Hanefî imamlarından İmam-ı Muhammed'in (El-Mebsut, El-Câmi-üs Sagir, El-Câmi-ül Kebir, Ez-Ziyâdât, Es-Siyer-üs Sagir, Es-Siyer-ül Kebir) nâmları ile mâruf olan altı kitabında münderiç bulunan mes'elelere denir. Buna "Zâhir-ür rivâyât mesâili" denir. İmam bu eserlerde kendi fıkhî görüşlerini değil, üstadları İmam-ı A'zam ve Ebu Yusuf'un akvâl-i fıkhiyesini zikretmiştir.
  • ZÂHİRİYYAT

    Dış görünüşler.
  • ZÂHİRİYYUN

    Görünüşe göre hükmedenler. İç yüzünü, hakikatını iyi bilmeyenler. Ehl-i zâhir olanlar. * İlm-i Kelâm'da: Nassların zâhir mânalarına göre hüküm çıkaran ve te'vil ve tevcihten geri duranlar ve tarafdarları.
  • ZÂHİR-PEREST

    f. Bir şeyin iç yüzüne, hakikatına kıymet vermeyip görünüşüne kıymet veren. Dış yüzüne ehemmiyet veren. İç yüzüne aldırış etmeyip, hakikatını bilemeyen.
  • ZÂHİT

    (Bak: Zâhid)
  • ZAHK

    Hastalıktan dolayı tilkinin tüyü dökülüp derisi açılması.
  • ZAHL

    Öç. İntikam almak. * Düşmanlık, adâvet etmek, kin tutmak.
  • ZAHM

    Yara, ceriha.
  • ZAHM

    İri.
  • ZAHM

    Galebe etmek. * Omuz vurmak. * Sıkıştırmak. * Tazyik.
  • ZAHMDAR

    f. Yaralı, mecruh.
  • ZAHME

    f. Vurma, darbe. * Yara, ceriha. * Üzengi kayışı.
  • ZAHMET

    Sıkıntı, eziyet. Yorgunluk. * Zor, güç.
  • ZAHMHURDE

    f. Mecruh, yaralı.
  • ZAHM-İ TÎG

    Kılıç yarası.
  • ZAHM-İ ZEBAN

    Dil yarası.
  • ZAHMİN

    f. Yaralı, mecruh.
  • ZAHMKÂR

    f. Yaralayıcı, yara açan.
  • ZAHMNAK

    f. Yaralı, zahmzede, mecruh.
  • ZAHMRES

    f. Yara açan, yaralayıcı.
  • ZAHMZEDE

    f. Yaralı. Mecruh.
  • ZAHR

    (C.: Zuhur-Ezhâr) Binek devesi. * Kuş yeleklerinin kısa tarafı. * Kara yolu. * Sırt, arka. * Yüksek yer. * Kur'an'ın lâfz-ı şerifi. * Haber.
  • ZAHR-I GAYB

    Gıyabında, kendisi hâzır olmadan.
  • ZAHR-I KALB

    Kuvve-i hâfıza. Ezber kuvveti. Ezbere.
  • ZAHRÎ

    (Zahriyye) Arkaya âit, arka ile alâkalı. * Bir kâğıdın arkasına yazılan yazı, şerh.
  • ZAHZAH

    Uzak, baid.
  • ZAHZAHA

    İkrar etme, uzaklaştırma. * Uzak, baid olma.
  • ZAİ'

    Yayılmış olan. Dağılmış olan. Herkesçe bilinen şey.
  • ZA-İ MU'CEME

    Rı harfinden ayırd etmek için ze harfine verilen bir isim.
  • ZAİB

    Eriyici, eriyen.
  • ZAİD

    Artan. Fazlalık. İlâve olunmuş. * Lüzumsuz, gereksiz. * Gr: Te'kid için söylenen. * Mat: Müsbet işareti, artı. (+) (Bak: Harf-i zâid)
  • ZAİF

    (Za'f. dan) Güçsüz, iktidarsız, kuvveti az, kuvvetsiz, tâkatsız. Kansız. Gevşek, tenbel.
  • ZAİF

    Kalp, eksik akçe.
  • ZAİK

    Tadan, tadıcı, lezzet alan. Zevklenen.
  • ZAİKA

    (Zevk. den) Tatma, tad alma. Tad alıcı kuvvet, tad duyurucu hassa.(Hakiki ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatın ve ehl-i kalbin kuvve-i zâikası, Rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zâikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlâhiyyenin envâını tartmak ve tanımak; bir şükr-ü manevî suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte bu suretle kuvve-i zâika yalnız maddî cesede bakmıyor, belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle midenin fevkinde hükmü var, makamı var. S.)
  • ZAİL

    (Zâile) Geçen, geçici.Devamlı olmayan. Tükenen.
  • ZAİLAT

    (Zâil. C.) Zâil olan şeyler.
  • ZÂİLÂT-I FÂNİYE

    Gelip geçici olanlar, bir hâlde durmayıp gidenler.