Dinimizde yeni doğan bir çocuğa aşağıda madde madde vereceğimiz hususların uygulanması müstehap olarak görülmüştür:

  • Yeni doğan çocuğa süt vermeden evvel ağzına yumuşatılmış hurma gibi tatlı bir şeyler sürülür.
  • Çocuğa doğunca veya doğumu müteakip yedinci günü adı konur.
  • Doğduktan sonra hemen ölen çocuğa da ad konur. Yıkanır cenaze namazı kılınır.
  • Çocuğun ismini ilmiyle âmil, ehli salih bir zata koydurmak iyidir. Ashab-ı kiram çocuklarına isimlerini Peygamber Efendimiz’e verdirmeyi tercih etmişlerdir.
  • Çocuk isim koyacak kişinin kucağına verilir. Kişi abdestli bir şekilde kıbleye döner, önce sağ kulağına ezan, sol kulağına ise kamet okur ve üç kere çocuğun sağ ve sol kulaklarına ismini tekrar eder.

Çocuğa isim koyduktan sonra hayır duada bulunulmalıdır. Peygamber Efendimiz: “Ya Rabbi bu çocuğu hayırlı ve salihlerden eyle ve onu güzel bir şekilde yetişmesini sağla” diye dua etmiştir.

Durumu iyi olanlar için Allah’ın vermiş olduğu çocuk nimetine karşı bir şükür olarak çocukların doğumlarının yedinci gününde kurban kesmek sünnettir. Bu kurbana akika kurbanı denilmektedir. Yine bu günler çocuğun başının tıraş edilip, çıkan saçın ağırlığınca veya takdiri bir ağırlık olarak altın alıp sadaka vermek müstehaptır.

İsimleri bozarak kullanmak doğru değil

Bazı isimleri kısaltacağız diye bozuyor ve anlamsız isimlerle birbirimize sesleniyoruz. Mesela Abdullah’a Apo, İbrahim’e İbo, Zeynep’e Zeyno, Mustafa’ya Musti, Canan’a Cano gibi. Bu da esasen doğru olmayan bir isimlendirmedir. Netice itibarıyla isim çok önemli. Bu sebeple çocuklarımıza güzel, sevimli ve anlamlı isimler koyarak onların insanlığa faydalı birer fert olması için yetiştirmeliyiz.

Bizim isimlerimiz ile Rabbimiz’in isimleri arasında ne fark var?

Rabbimizin isimleri hayatı, kâinatı ve Kur’an’ı anlamamızda en önemli anahtar kavramlarımızdır. O isimler vesilesiyle tevhid hazinelerinin kapılarını açabiliriz. Ayrıca, Allah’ın isimleri ile sıfatlarını birbirine karıştırmamalıyız. Bizim isimlerimizle Rabbimizin isimleri arasında iki önemli fark vardır. Öncelikle bizim isimlerimizi anne-babamız, yakınlarımız veya ilmine, irfanına itimat ettiğimiz büyüklerimiz koyar. Allah’a ise kimse isim vermemiştir. O, Esmâ-i hüsnâsını bizlere Kur’an-ı Kerim’de bizzat kendisi anlatmıştır. İkincisi, insanlar her zaman isimlerinin ifade ettiği manayı taşımayabilirler veya o mana doğrultusunda bir kişiliğe sahip olmayabilirler. Bazen kişinin ismiyle hayat tarzı ters olabilir. Bazen de tam denk gelir. Mesela kişinin adı Ali’dir ve hakikaten yüksek bir yerdedir. Yine mesela Muhammed, gökte ve yerde medh-ü sena edilen, meleklerin ve insanların alkışladığı insan demektir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bununla serfirazdır. Efendimiz’in İncil’de geçen adı ise Ahmed’dir. Hakikaten Efendimiz Ahmed’dir. Bazen de tam tersi olur. Mesela adamın adı Muhammed’dir ama zehir zemberek bir insandır. Kişinin ismi Ali’dir, ama öyle bir çukurdadır ki, kuyular onun başında kubbe gibi kalır. Örneklerde görüldüğü gibi bizde isimle, ismin ifade ettiği hayat tarzı arasında zıtlık olabilir. Fakat Allah’ın ismiyle Zat-ı uluhiyeti arasında zıtlık yoktur. Mesela, Allah’ın “Cemil” ismi vardır. Cemil güzellik menbaı bir isimdir. Bahar mevsimini rengarenk çiçekleriyle seyrettiğimiz zaman, isimle müsemmâ arasında bir uygunluk görürüz. Allah’ın başka bir ismi, “Rahim”dir. Cenab-ı Hakk’ın midemizin arzularına cevap verdiğini, bütün ihtiyaçlarımızı giderdiğini görünce rahmâniyet ve rahîmiyeti çok iyi anlarız. İçimizde gelişen ebed arzusunu duydukça, bu arzuyla cenneti yarattığına bakar, bize ne kadar merhamet ettiğini anlar ve hakikaten Allah’a döner “İsmin Rahim olduğu gibi Sen de Rahimsin” deriz. Allah, Halim’dir. Peygamber Efendimiz’in mübarek yüzünün yarılıp şakır şakır kanların aktığı bir hengamede Hz. Ebu Bekir, “Mâ ahlemeke Yâ Rabbi - Ne kadar Halim’sin Ya Rabbi!” demiştir. Hakikaten kâinatta cereyan eden hadiselerin içinde “Hilm” isteyen manzaraya bakıldığında, Rabbimiz ile “Halim” ismi arasında bir tevafuk olduğu görülecektir. Buradan anlaşılmaktadır ki, Cenab-ı Hakk’ın hepsi güzel olan mübarek isimleri bizim isimlerimizden çok farklıdır. Buraya kadar arz edilenler Cenab-ı Hakk’ın isimleri ile bizim isimlerimiz arasındakı farkı göstermek içindi. Şimdi ise Allahu Teala’nın isim ve sıfatlarının ne manaya geldiğini misallerle arz etmeye çalışalım. ***

Rabbimiz’in isim ve sıfatları ne demektir?

Bir zat düşünelim ki, bu zat, fevkalade bir heykeltıraş olsun. O, çekicini indirdiği her yerde çizgi ve hatlar meydana getirmekte ve sonra mermerden, taştan veya granitten, yonttuğu ve bir şekil verdiği heykeli karşımıza diktiği an onun sadece canının eksik olduğu görülmektedir. Yani bu insan, işinde bu ölçüde mahir bir sanatkardır. Biz, böyle bir heykeli karşımızda gördüğümüzde bu heykeltıraşta fevkalade bir sanat kabiliyeti olduğunu anlarız. Şimdi bu heykeltıraşın sanatını izharı ayrı, izhar etme gücünde bulunması ayrı bir meseledir. O, önce hayalinde icra edeceği sanatının plan ve projesini yapar. İşte bu, ondaki sanat kabiliyetidir. Sonra bunu meydana dökme güç ve kuvveti sıfatlar merhalesidir. Daha sonra ise sanatın bütün incelikleriyle tezahür ettiği merhale ise isimler merhalesidir. Bu, bahsini ettiğimiz sanatkarın sadece heykeltıraşlık yönüdür. Bunun dışında bir de bu zatın fevkalade bir marangozluk yönünün olduğunu kabul edelim. O, marangoz mesleğine ait alet ve edevatı kullanarak bir el hareketiyle karşımıza Selçuklu ve Osmanlı sanat eserlerinde, el işlemelerinde sedef kakmalarında gördüğümüz harika sanat eserleri çıkarmaktadır. İşte bu heykeltıraş, aynı zamanda böylesine usta bir marangozdur. Ona baktığımız zaman ruhunda hakikaten objeyi ve sübjeyi gölgede bırakacak, îcâd ve inşâ kabiliyeti ile öne çıkacak bir istidat ve kabiliyet vardır. Bu kabiliyet o insana marangozluk sıfatını kazandırır. Daha sonra ise bu zat isim mertebesine yükselerek marangoz ismini alır.

Başka bir misal daha verelim. Hüsn-ü hat, güzel yazı yazma sanatıdır. Hat sanatçıları için sırasıyla öncelikle bir hüsn-ü hat kabiliyeti, sonra hüsn-ü hat sıfatı ve daha sonra da hattat ismi mevzu bahistir. Mesela meşhur Hattat Hamid’i ele alalım. Evvela onda bir kabiliyet, daha sonra yazma imkanı, güç ve iktidarı vardır. Ondan sonra da güzel yazı yazma istidad ve kabiliyetiyle yazı yazdığı zaman biz ona isim olarak “hattat” deriz. Onun babadan gelme “Hamid” diye bir ismi, bir de sanatına göre aldığı “Hattat Hamid” ismi vardır. Misalleri çoğaltmak mümkündür. Yüzlerce sanatı önümüze serip, sanat kabiliyetinden sanatı ortaya dökme gücüne ve sonra da dökülmüş sanatla o zata vereceğimiz isme intikal edebiliriz. Aynen bunun gibi, kâinat bir yönüyle heykeltıraşların yaptığı gibi heykellerle doludur. Ancak Allah’ın kâinatında sergilediği heykeller canlıdır. İnsandan daha güzel, daha muhteşem bir âbide bulmak mümkün değildir. Onun hiçbir yerinde göz tırmalayıcı bir yer yoktur. Aksine onda bir değişme yapıldığında tuhaflıkla karşılaşılır. İşte bu yönüyle insana baktığımız zaman onun arkasındaki Muhteşem Sanatkar’ın -tabiri caizse- fevkalade istidat ve kabiliyetini görürüz ki, biz buna “şe’ni ilahi” diyoruz. Daha sonra ise Kudret, İrade, Tekvin gibi plan ve projeyi tatbik etme imkanına sahip olma merhalesi gelir ki bu, sıfat merhalesidir. Daha sonra da gözde, dilde, dudakta, elde ve ayakta güzellikler kendini gösterince mesela Allah’ın Cemil ve Mücemmil ismini görürüz.

Her şeyin yerli yerinde olduğunu gördüğümüzde Allah’ın Munazzım veya Nazım isimlerini müşahede ederiz. Ne mutlu Rabbimizi isim ve sıfatlarıyla bilen, onları diliyle zikreden talihli kullara!