F Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • FAHMİYYET

    Karbonat. Kömürleşmiş olan şey.
  • FAHR

    Övünme. Yaptığını sayarak övünme. Övülmeye sebeb olacak kimse. Fazilet. Büyüklük. Şeref.
  • FAHREDDİN-İ RAZÎ

    (Milâdi 1149-1209) Büyük bir müfessir-i Kur'andır. Fizik, matematik ve tıb hakkında eserleri de vardır.
  • FAHRÎ

    Karşılıksız olarak. Parasız olarak. * İftiharla. Övünerek.
  • FAHR-İ KÂİNAT

    (Fahr-i Âlem, Zübde-i Kâinat, Seyyid-i Kâinat) Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) nâmları. Bütün âlemin kendisi ile şeref bulduğu, iftihar ettiği Hz. Muhammed (A.S.M.). (Bak: Mefhar)
  • FAHRİYE

    Bir kimsenin kendini medih için söylediği söz veya şiir. Fahre mensub ve müteallik olan.
  • FAHRİYYEN

    Gönülden isteyerek. Karşılıksız olarak.FAHRUL İSLAM $ (Pezdevî): Mavera-ün Nehir'deki Hanefî fukahasının meşhurlarındandır. Hicri 482 tarihinde Semerkant'ta vefat etmiştir.
  • FAHS

    Bir şeyin içyüzünü araştırma, aslını tetkik etme. * Ayırtmak. * Bahsetmek. * Seyirtmek. * Sıçramak.
  • FAHŞA

    Büyük günahlar. Çirkinlikler. Zina gibi şehevâta tâbi olmakta ifrat ile alâkadar olan günahlardır ki, lisanımızda fuhşiyat tâbir olunur. Ve bunlar, insanların en çirkin hâlleridir.
  • FAHUR

    Bir fesliğen cinsi.
  • FAHUR

    Çok övünen, çok iftihar eden. Mütekebbir. Tekebbür ve taazzum edici.
  • FAHURANE

    f. Kendini beğenerek. Kendini medhederek. Çok övünerek.
  • FAHZ

    Büyüklenmek, kibirlenmek.
  • FAHZ

    Uyluk. Kalça. Bacağın kalçadan dize kadar olan kısmı. * Bir kimsenin en yakın aşiretinden olan cemaat.
  • FÂİDE

    (C.: Fevaid) Kazanç, kâr, nef', menfaat. İstifadeye sebeb. Yararlılık, işe yarama.
  • FÂİDE-MEND

    f. Kârlı, faydalanan, menfaat elde eden.
  • FAİH

    (C.: Fevâih) Meyve ve çiçek kokusu.
  • FÂİK

    Üstün, üstünde. Diğerinden daha değerli ve üstün. Her şeyin güzide ve a'lâsı. Âli. * Başın boyun ile bitiştiği yer.
  • FAİKİYYET

    Üstünlük. Kıymetlilik.
  • FÂİK-ÜL AKRÂN

    Akranlarından daha üstün.
  • FÂİL

    İşi yapan. Fiili işleyen. * Gr: Masdarın mânasını meydana getirene denir.
  • FÂİL-İ HAKİKÎ

    Bir işte hakiki te'sir sahibi. Onu hakkı ile yapan (Allah C.C.)
  • FÂİL-İ HAYR

    Hayır işleyen, hayır sahibi.
  • FÂİL-İ MUHTAR

    Re'yinde müstakil olan. İstediğini yapmakta serbest olan (Cenab-ı Hak).
  • FÂİL-İ MÜBAŞİR

    Huk: Bir şeyi bizzat yapan kimse.
  • FÂİL-İ MÜŞTEREK

    Huk: İşlenmiş olan bir suçta parmağı olan. Suç ortağı.
  • FÂİLİYYET

    İşleyicilik. Müessir olmak. Fâile mensub ve müteallik oluş.
  • FAİTE

    Geçen. Fevt olan. * Vaktinde kılınmamış olan namaz.
  • FAİZ

    (Fevz. den) Dilediğine eren. Başaran. Korktuğundan kurtulan. Üstün gelen. Necat bulan. * Kapının üstündeki eşik.
  • FAİZ

    Ödünç verilen para için alınan ve şer'an haram olan kâr. Faizin iş hayatındaki mânası, "sen çalış, ben yiyeyim"dir. Küçük tasarruf sahiplerinin paraları bankalarda toplanıp, büyük yekûnlere ulaşır. Banka bu parayı aldığından daha büyük faizle iş sahiplerine kredi olarak verir. İstihsâl edilen (üretilen) malların fiatına masraf olarak bu faiz eklenir. Böylece malların fiatı faiz yüzünden %50 civarında veya daha fazla artar. Bu malı satın alanlar, ödedikleri fiatla birlikte vaktiyle yatırımcının ödediği faizi kendileri ödemiş olurlar. Böylece tasarruf sahipleri bankadan aldıkları faizden çok daha fazlasını bu malı satın almakla geri ödemiş olurlar. Ayrıca fiatların yükselmesiyle dar gelirlilerin haklarına tecavüz etmiş olurlar. Çalışmadan para alıp vermekle zenginleşen bir zümrenin türemesine de sebep olurlar. İslâm, faizi haram kılmakla bu haksızlıkları önler. (Bak: Riba) * Taşan, dolan.
  • FAJ (FÂJE)

    f. Esneme.
  • FAK

    Yaşlanmış, ihtiyar kimse.
  • FAK' (FIK')

    (C: Fıkıa) Bir cins beyaz yumuşak mantar.
  • FÂKA(T)

    Zaruret, ihtiyaç. Yoksulluk, fakirlik.
  • FAKAD

    Beş parmak dedikleri otun tohumu.
  • FAKAHAT

    El ayası.
  • FAKAHET

    Şeriat bilgisinde âlimlik. Fıkıh bilgisinde mütehassıslık. Anlayışlı olmak. (Bak: Fıkıh)
  • FAKAHETLÛ

    Evvelce müftüler hakkında kullanılmış olan resmî bir lâkab.
  • FÂKA-İ ŞEDİDE

    şiddetli ihtiyaç.
  • FAKAKA

    Ahmak adam.
  • FAKAKI'

    Su üstünde olan kabarcıklar.
  • FAKAM

    Bir kimsenin ağzını yumduğunda alt dişlerinin öne çıkıp, üst dişleriyle üstüste gelmesi. * Dolmak, imtilâ olmak.
  • FAKARE

    (C: Fikar) Omurga kemiği.
  • FAKAT

    ("Fa" ile "kat" dan müteşekkil) Hemen, yalnız, ancak, yeter, bes, gerçi, her ne kadar, lâkin, ammâ.
  • FAKD

    Bulunmamak, bir şeyi kaybetmek. Belirsiz olmak. * Talebetmek, istemek.
  • FAKD-I NAKD

    Para yokluğu.
  • FAKD-ÜL AHBAB

    Ahbabsızlık, dostsuzluk. Ahbabın bulunmayışı.
  • FAKE

    Fakirlik.
  • FAK'E

    Uyumak.
  • FAKFAKA

    Ahmak adam.