Osmanlıca alfabenin 23'üncü harfi olup ebcedî değeri 80'dir.
FAAL
Balta sapı. * Kerem.
FA'AL
(Mübalâgalı ism-i fâil) Çok işleyen ve çalışan. Durmayıp işleyen. Çalışkan. Devamlı iş yapan.
FA'ALÂNE
f. Hiç durmazcasına çalışarak. Daima çalışır surette.
FAALE(T)
(Fâil. C.) Fâiller, özneler, iş yapanlar.
FA'ALİYET
İş görmek, çalışmak. Boş durmayış.
FAALİYET-İ RUBUBİYET
Allah'ın rububiyet faaliyeti ve icraatı.(Hâlik-ı Zülcelâl hayret-nümâ, dehşet-engiz bir surette bir faaliyet-i Rububiyetiyle, mevcudatı mütemadiyen tebdil ve tecdit ettiğinin bir hikmeti budur: Nasılki mahlukatta faaliyet ve hareket; bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten, bir muhabbetten ileri geliyor. Hattâ denilebilir ki: Herbir faaliyette, bir lezzet nev'i vardır; belki herbir faaliyet, bir çeşit lezzettir. Ve lezzet dahi, bir kemâle müteveccihtir; belki bir nevi kemâldir. Mâdem faaliyet; bir kemâl, bir lezzet, bir cemâle işaret eder. Ve mâdem kemâl-i mutlak ve Kâmil-i Zülcelâl olan Vâcib-ül-Vücud, zât ve sıfât ve ef'âlinde, bütün enva-ı kemâlâta câmi'dir; elbette o Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un vücub-u vücuduna ve kudsiyetine lâyık bir tarzda ve istiğnâ-i zâtisine ve gına-i mutlakına muvafık bir surette ve kemâl-i mutlakına ve tenezzüh-ü zâtisine münasip bir şekilde; hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve nihayetsiz bir muhabbet-i münezzehesi vardır. Elbette o şefkat-i mukaddesen ve o muhabbet-i münezzeheden gelen hadsiz bir şevk-i mukaddes vardır. Ve o şevk-i mukaddesten gelen hadsiz bir sürur-u mukaddes vardır. Ve o sürur-u mukaddesten gelen, tâbiri câiz ise, hadsiz bir lezzet-i mukaddese vardır. Ve elbette o lezzet-i mukaddese ile beraber; hadsiz onun merhameti cihetiyle faaliyet-i kudreti içinde, mahlukatının istidatları kuvveden fiile çıkmasından ve tekemmül etmesinden neş'et eden, o mahlukatın memnuniyetlerinden ve kemallerinden gelen Zât-ı Rahman ve Rahim'e ait, tâbiri câiz ise, hadsiz memnuniyet-i mukaddese ve hadsiz iftihar-ı mukaddes vardır ki; hadsiz bir surette, hadsiz bir faaliyeti iktiza ediyor. Ve o hadsiz faaliyet dahi, hadsiz bir tebdil ve tağyir ve tahvil ve tahribi dahi iktiza ediyor ve o hadsiz tağyir ve tebdil dahi; mevt ve ademi, zeval ve firakı iktiza ediyor.Bir zaman, hikmet-i beşeriyenin masnuâtın gayelerine dâir gösterdiği faideler nazarımda çok ehemmiyetsiz göründü. Ve ondan bildim ki, o hikmet abesiyete gider. Onun için feylesofların ileri gidenleri, ya tabiat dalâletine düşer veya Sofestai olur veya ihtiyar ve ilm-i Sâni'i inkâr eder veya Halika "mûcib-i bizzat" der. M.)
FA'ALÜN LİMA-YÜRİD
Kayyumiyet sırrıyla ve faaliyet-i daimesiyle her an istediğini istediği gibi yapar. meâlinde bir âyettir.
FABRİKA
Sanayi mâmüllerinin büyük ölçüde imal edildiği yer.
FACİ'
(Fâcia) Büyük belâ. Musibet. Acıklı. Elem verici hâdise. (Dram)
FÂCİA-ENGİZ
Fâcialı. Çok acıklı.
FÂCİA-NÜVİS
f. Acıklı ve hazin tiyatro romanı yazan kimse.
FACİAT
Fâcialar, belâlar, musibetler.
FACİR
Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen. (Bak: Fecir)
FACİRE
Kötü hayata alışmış, ahlâksız kadın. Günahkâr.
FADIL
(Bak: Fâzıl)
FADIR
(C: Füdr) Zayıf. * Âciz, güçsüz. * Yaşlı dağ keçisi.
FA'FA'
Kasap. * Çoban. Hafif kimse.
FA'FAA
Çobanın koyunu çağırması. Çağırıp "fâfâ" demek.
FA'FAÎ
Koyun çobanı.
FAGIRE
Hind nilüferi denilen bitkinin kökü.
FAGOSİT
yun. Organik yahut inorganik maddeleri alıp sindirebilen hücre.
FAGR
Açmak.
FAĞFUR
Yarı şeffaf Çin porseleni. Çok kıymetli porselenden yapılan yemek kabı. Çin yapısı. * Eskiden Çin İmparatoruna verilen isim.
FAHAMET
(Fehâmet) Büyüklük. Kadr ü şânı yüksek. (Eskiden büyük zatlara veya sadrazamlara karşı kullanılan hitab şekli idi. Fehametli Sultânım... gibi)
FAHAMET-LÛ
Osmanlı İmparatorluğu devrinde sadrazama, prenslere ve Mısır Hidivi'ne verilen bir ünvan.
FAHAMET-PENAH
f. Yegâne müracaat edilecek en büyük makam.
FAHEKA
Vurulduğu yerden kan çıkartan kılıç ve neşter parçası.
FAHH
Ağ, kapan, tuzak.
FAHHAM
Kömürcü.
FAHHAR
Çok öğünen. Çok iftihar eden. Fahur. * Çanak, Çömlek. Toprak testi.
FAHHARE
Ağaç kap.
FAHHARÎ
Çanak, çömlek, testi ve bardak yapan kimse.
FAHHAŞ
Her cins fenalık ve kötülükleri şahsında toplamış olan kimse.
FAHH-UL FÂR
Fare kapanı.
FAHİM
(Fahm. dan) İtibâr ve nüfuz sâhibi olan, büyük zât.
FAHİM
Akıllı. Anlayışlı.
FAHİMÂNE
f. İtibar ve nüfuz sahibi kimseye yakışır şekilde, fahim olana yakışacak surette.
FAHİR
(Fâhire) İftihar eden. Kendi amelini ve kendini beğenen. Övünen. * Şa'şaalı. Ağır. Parlak. Şanlı. * Büyük ve iyi nesne. * Koruğu büyük çekirdeksiz hurma. * Memeleri büyük deve.
FAHİŞ
Ahlâka uymaz ve terbiyesiz olan. * Haddi tecavüz eden. Mübalâğalı. * Çok bahil. Nekir ve yaramaz şey.