Her nesnenin muazzamı, her şeyin büyüğü. * Cemaat, topluluk. * Taşkın sel suyu. * Pek taşkın, coşkun.
UBAR
f. Ağlama, inilti.
UBEYD
Küçük kul, kulcuk.
UBEYDE BİN CERRAH (R.A.)
Aşere-i Mübeşşere'den olup, asıl ismi Amir bin Abdullah'tır. Her din muharebesinde bulunup çok büyük şecaat ve metanet göstermiştir. Adaleti ile de meşhurdu. Şam'ın fethinde kendisi kumandandı. Hicri 18 senesinde 58 yaşında iken taundan vefat etmiştir.
UBR
Çok. * Sedir ağacından su kenarlarında biten ağaç.
UBS
Huzursuzluktan yüz burkulmak. Yüz ekşime, surat asma.
UBSUR
Seri. Çok yürüyen deve.
UBUD
(Ebed. C.) Ebedler, sonsuzluklar.
UBUDET
Kulluk. (Aslında zillete derler.)
UBUDİYYET
Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip Allah'a itaat etmek. Allah'a teslim olup, Kur'an ve Peygamber (A.S.M.) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak.(İnsanlar kendileri için değil, Allah'a ubudiyet için yaratılmışlardır.)(Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-i İlâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi, emr-i İlâhî ve neticesi rıza-i Hak'tır. Semeratı ve fevaidi, uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasden istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faideler ve kendi kendine terettüb eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münafi olmaz. Belki zaifler için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faideler ve menfaatler, o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz'ü olsa, o ubudiyeti kısmen ibtal eder. Belki o hasiyetli virdi akim bırakır, netice vermez. İşte bu sırrı anlamıyanlar, mesela yüz hasiyeti ve faidesi bulunan Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendî'yi veya bin hasiyeti bulunan Cevşen-ül Kebir'i o faidelerin bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faideleri göremiyorlar ve göremiyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünki o faideler, o evradların illeti olamaz ve ondan onlar kasden ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o halis virde talebsiz terettüb eder. Onları niyet etse, ihlası bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer.Yalnız bu kadar var ki; böyle hasiyetli evradı okumak için, zaif insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faideleri düşünüp, şevke gelip, evradı sırf rıza-yı İlahî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından; çoklar, aktabdan ve selef-i salihînden mervî olan faideleri görmediklerinden şübheye düşer, hattâ inkar da eder. L.) (Bak: Rububiyet)
UBUR
Geçmek. Atlamak. * Zorlamak. * Suyun öte kıyısına geçmek.
UBUS
Çatık yüzlü. Abus. * Utanmaz kimse.
UBUSET
Yüz ekşiliği. Çehre çatıklığı. Somurtkanlık.
U'BÜD
İbadet et (meâlinde emir.)
UBYE
Büyüklenmek, kibirlenmek.
UCAB
(Uccâb) Çok şaşılacak fazla gülünç olan şey.
UCACET
(C.: İcâc) Dişi deve sürüsü. * Toz. * Yüce avazlı, yüksek sesli.
UCALE
Misafirlerin yolda yemek için götürdükleri azık. * Çiftçilerin azık diye evvelce koyup getirdikleri buğday ve arpa.
UCAM
Çekirdek.
UCARİM
Kuvvetli adam.
UCAVE
Tırnağa bitişik olan sinir.
UCB
(Ucub) Kibir, gurur. Kendini beğenmişlik. Ameline, yaptıkları işe güvenmek. * Varlığı nâdir olan şeyi görünce istiğrab etmek hâli. * Yabancı kadın taifesiyle beraber oturmak ve konuşmaktan pek hoşlanan.(Arkadaş! Ye'se düşen adam, azabdan kurtulmak için istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki, bir miktar hasenât ve kemâlâtı var, hemen o kemâlâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: "Bu kemalât beni kurtarır, yeter" diye bir derece rahat eder. Halbuki a'mâle güvenmek ucubdur. İnsanı dalâlete atar. Çünkü insanın yaptığı kemalât ve iyiliklerde hakkı yoktur; mülkü değildir, onlara güvenemez. Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü, kendisinin eser-i san'atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lekita olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir. Ancak, o vücut havi olduğu garip san'at, acip nakışların şehadetiyle, bir Sani-i Hâkim'in dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emâneten oturur. O vücudda yapılan binlerce tasarrufattan ancak bir tane insana aittir. M.N.)
UCBE
Acaib ve şaşılacak şey.
UCB-ÜZ ZENEB
(Bak: Acb-üz-zeneb)
UCCAB
(C.: Eâcib) Şaşırıp taaccüp edecek nesne.
UCCET
Kaygana aşı.
UCD
Atın kuvvetli olması.
UCFET
Kuru üzüm çekirdeği.
UCLE
Acele ile ve çabuk yapılan iş.
UCM
Araptan gayrisi. Arap milletinden olmayanlar. * (Acmâ. C.) Dilinde tutukluk olanlar.
UCME
Dil tutukluğu. Tutuk tutuk kekeliyerek konuşma. * Acemlik.
Taaccüb olunacak şey. Ucube. Pek acib ve garib olan. * Hayret edilecek derecede olan isti'dad.
U'CUBE-İ HİLKAT
Yaratılıştan insanlara hayret verici olan. Şaşılacak, hayrete düşülecek hilkat garibesi.
UÇBEYİ
Hudutlardaki sancakbeyleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Orta çağlarda Türk Devletinin uçbeyleri yarı müstakil idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklâl dereceleri artar, neticede müstakil devlet olarak ortaya çıkanlar olurdu. Akkoyunlular, Karakoyunlular ve nihayet Osmanlılar bu şekilde müstakil bir devlet olarak meydana gelmişlerdir. (O.T.D.S.)
UD
Meşhur bir sazın adı. * Bir hoş kokulu buhur. * Ağaç parçası. * Budak.
UDAL
Katı, şiddetli. * Pek zor. * Ağır hastalık.
UDAT
Düşman.
UDDET
Gelecek zamanın hâdiseleri için, darlığa düşmemek için mal ve silâh gibi şeylerde hazırlık. Mühim levâzımat. * İstidad. * Gençlerin yüzlerinde çıkan sivilce.
UDHİY
Deve kuşu yumurtası.
UDHİYE
Cenab-ı Hakk'ın rızası için kurban niyetiyle kesilen hayvan.
UDHUKE
Gülünç şeyler. Komedi.
UDHUKEPERDÂZ
f. Güldürücü, komik.
UDİ
İnce taştan kapak.
UDİKA
Demir çengel.
UD'İYYE
(C.: Eda'i) Mesel, hikâyat. * Bilmece, yanıltmaç.
UDLET
(C.: Uzul) Zahmet, meşakkat. * şiddet.
UDLUL
Doğru yoldan sapma. İslâmiyetten ayrılma, sapıtma.