Cengiz Han'ın oğlu Çağatay Han'ın ismine nisbetle Mâvera-ün Nehr taraflarında oturan Doğu Türklerine ve edebî lisan olarak kullandıkları Doğu Türkçesine verilen isimdir.
ÇAĞDAŞ
(Bak: Asrî)
ÇAĞDIŞI
Askerliğe alınma çağı dışında. * Çağın fikirlerine felsefesine uymayan. Bu mânada bazı kimselerin kelimeyi hakaret olarak kullanmaları dar görüşlülüğün ve cehaletin neticesidir. Çünkü çağın insanlık için zararlı öyle fikirleri ve felsefeleri vardır ki, gelecek devirler bunu anladıkları zaman şimdi bunu benimseyenlerin zavallılıkları da anlaşılmış olacaktır. Körükörüne çağın her düşüncesini benimsemek, müslümana yakışmaz. (Bak: Asrî)
ÇAĞLA
(Çağala) Badem, erik, kayısı gibi yemişlerin yenebilen ham meyvesi.
ÇAĞLAR
Kayalara veya setlere çarparak, yerden köpürerek düşen su. Şelâle, çağlayan.
ÇAĞRIŞIM
Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de aklı gelmesi gibi...
ÇAĞZ
f. Kurbağa. * Korku, havf. * Kapandığı halde hâlâ içinde cerahat bulunan yara. * Ah ü fizar. İnilti.
ÇÂH
(Çeh) f. Kuyu. Çukur.
ÇÂH-I BÜN
Kuyu dibi.
ÇÂH-I YUSUF
Hz. Yusufun (A.S.) kardeşleri tarafından atılmış olduğu kuyu.
ÇÂH-I ZEMZEM
Zemzem kuyusu.
ÇAK
f. Yarık, çatlak, yırtmaç. * Kılıç, bıçak gibi şeylerin sesleri. * Sabah vakti beyazlığı. * Küçük pencere. * Hazır. Amâde.
ÇAK
f. İyi, güzel, sıhhatli, şişman.
ÇAKACAK
f. Silahlı çatışmadan çıkan ses.
ÇAKALOZ
Çakıltaşı atan bir nevi küçük top.
ÇAKÇAK
Parça parça, yırtık pırtık. * Kılıç ve emsâli şeylerin sesleri.
ÇÂKER
f. Kul, köle.
ÇÂKERÂNE
f. Kölecesine, köle gibi.
ÇÂKERÎ
f. Abd'e, köleye ait. * Kölelik. Kulluk, abdlik, esirlik, cariyelik.
ÇAKMAKLI
Ağızdan dolan ve tetik yerinde bir cins çakmakla ateş alan eski tüfek çeşitlerinden biri.
ÇAKŞIR
İnce kumaştan yapılan uzun bir çeşit şalvar. * Kuşların ayağındaki tüy.
ÇAKUÇ
f. Çekiç.
ÇAL
İsimlere önden eklenip, onun daima hareket edip oynamakta olduğuna işaret ve delâlet eder. Meselâ: Çal-at : Durduğu yerde de hareket eden at. * Bir şeyi şiddetle kapmaya delâlet eder. Meselâ: Çal-yaka: Yakasından kapmak, şiddetle yakalamak.
ÇALA
İsimlerden önce kullanılarak, devam ve şiddetli ve pervasız kullanılmasını bildirir. Meselâ: Çalakalem: Çabuk ve gelişigüzel ve ilmi olmayan yazı yazmak.
ÇALAB
t. İlâh. Mâbud. Cenâb-ı Hak, Rab.
ÇALAK
f. Yerinde durmayan, çabuk, oynak. Dâima çalışan. Her bir hareketi çabuk olan. * Akıl ve ferâseti açık.
ÇALAKÎ
f. Çeviklik, süratlilik, tezlik.
ÇAL-AT
Hareketli, yerinde duramayıp şahlanan at.
ÇALBUS
f. Dalkavuk, yaltakçı.
ÇALÇENE
t. Durmayıp konuşan, geveze.
ÇALGI
Müzik âleti. Müzik, çalgı. (İslâm âlimleri insanda maddi, hayvâni hisler ve hevesler uyandıran müziğin haram olduğunu bildirmişlerdir.)
ÇALIM
Tavır, eda. * Kılıcın keskin tarafı, ağzı.
ÇÂLİK
f. Çelik çomak oyunu.
ÇÂLİŞ
f. Savaşta düşmana karşı gurur ve naz ile yürüme. * Mukabil, karşı durma. * Savaş, muharebe, harp, ceng, mücadele. * Birleşme.