Irmak kenarı. "* Su bendi. * Dere, vâdi. * Sert yağan ve taneleri iri olan yağmur. * Gözsüz köstebek. * Kemikten etin suyunu almak.
IRGAF
Hızla yürüme, hırsla bakma.
IRGAT
(Rumca) Rençber, işçi. * Yapı işçisi. Amele. * Gemilerde demir zincirini toplamak için ve binalarda bazı ağır şeyleri kaldırmak için zincirlerle çevrilmiş, ufki bucurgat.
IRIP
Balık tutmak için atılan büyük ağ.
IRK
Nesil. Zürriyet. Sülâle. * Soy. Kök. Damar.
IRK-I AHMER
Kızıl derili.
IRK-I ESVED
Siyah derili, zenci.
IRKIY
(Irkıyye) Irkla ilgili, ırka âit.
IRKÎL
Belâ. Zahmet, meşakkât. * Çok güç nesne.
IRK-ÜZ-ZEHEB
Altınkökü denilen bir nebat.
IRMAK
Büyük akarsu, doğrudan doğruya denize dökülen nehir.
IRMİS
Büyük taş. * Kuvvetli ve dayanıklı deve.
IRNÎN
Kaş tarafında burun ucu. * Her nesnenin evveli.
IRRİS
Arslan yatağı.
IRS
Koca ile karıdan her biri. * Nâmus.
IRSÎ
Gelincik dedikleri hayvanın rengine benzer bir renk.
IRTIR
Yerinden ayrılmak.
IRV
(C.: Arâ) Cemaat, topluluk.
IRZ
Namus. Temizlik. Cinsî haysiyet. * Ehil ve ıyal. İnsanın korumağa mükellef olduğu nefsi, hasebi, şerefi ve mahremleri, zemmedilecek veya medhedilebilecek durumları.
IRZA
Çayırlık, çimenlik. Otu bol olan yer.
IRZÂ'
Emzirmek veya emzirilmek.
IRZÂ-İ ETFAL
Çocukların emzirilmesi.
IRZÂ-İ GAYR-İ MÂDERÎ
Çocuğu hayvan sütüyle besleme.
IRZÂ-İ MÂDERÎ
Çocuğu ana sütüyle besleme.
IRZAL
Bağcıların arslan korkusundan dolayı ağaçların üzerinde yaptıkları yatak. * Avcıların, yatağında topladıkları kuru ot.