Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.
KERAMET-İ ALEVİYE (R.A.)
Hz. Ali Efendimize âid keramet. (Bak: Kaside-i Ercuze)
KERAMET-İ İLMİYE
İktisab suretiyle olmayıp, vehbi yani Cenab-ı Hakk'ın atiyyesi olarak geniş bir ilme mazhariyyetten hâsıl olan ilmi keramet. *İlim tahsili ile çok büyük ilim sâhibi olan bir allâmeden çok daha yüksek vâsi' ve hârikulâde bir ilme mazhar bulunan, hem ilmî dehâsı ve fart-ı zekâsı tecrübelerle ve harika eserleri ile sâbit ve müsellem olarak bir ferd-i ferid-i zaman hâlinde zuhur ve iştihar eden ender evliyâullahtan vücuda gelen ve zuhur eden, nur-efşân, hikmetfeşan ilmi kerâmet, ilmî harika. (Z. Gündüzalp)(Velilerde zuhur eden kerametler de Peygamber'in (A.S.M.) Hak olduğuna bir delildir. Çünkü bu veliler ona tabi' olmakla böyle harika hâllere mazhar olurlar. Ş.)
KERAMET-İ KEVNİYE
Kudret-i Rabbaniyenin ihsanı ile letâfet kesbedip havada uçmak, uzun yolu kısa zamanda gitmek, bir mü'minin bir sıkıntısı hâlinde Cenab-ı Hakk'a dua edip ind-i İlâhîde makbul bir zâttan yardım istemekle, o zatın, izn-i İlâhi ile o muztar kimsenin imdadına yetişmesi, kale gibi muhkem bir yerde üzerinden kilitli muhkem bir hücresinde hapis olan bir zatın, orada ibadet ve taatla meşgul olduğu bir zamanda görüldüğü halde, aynı zat aynı zamanda çarşıda halk arasında veya câmide görülmesi ve bir zâta şiddetli ve kesretli zehirlemelerle su-i kasdlar yapıldığı halde, ona zehir tesir etmemesi ve ona düşmanları tarafından kurşun isâbet ettirilememesi ve tayy-ı mekân ve bast-ı zaman gibi hârika hallere mazhar olması gibi hadiselere o zatın "keramet-i kevniyesi" denilmektedir. Bu gibi hârika haller Cenab-ı Hak indinde ve Resul-ü Ekrem (A.S.M.) yanında makbul ve mahbub olan ender velilerde zuhur eder. (Z. Gündüzalp)
KERAN
f. Kenar, uç, âhir, son, nihayet.
KERAN
Sabah.
KERAN TÂ KERAN
Bir uçtan bir uca.
KERAR
Arap kadınlarının takındıkları boncuk.
KERARİS
(Kürrâse. C.) El yazması kitapların sekiz sahifeden ibâret olan formaları.
KERAS
Hilyon ve marulca dedikleri ot.
KERASTE
f. Kereste.
KERB
(C.: Kurub-Küreb) Yeri sürüp aktarmak. * Dar etmek. * Yakın olmak. * Gam, tasa, keder, endişe.
KERBE (KÜRBE)
Gam, tasa, endişe.
KERBELA
Irakta Seyyid-üş şühedâ Hz. İmam-ı Hüseyin Efendimizin (R.A.) meşhed-i mübârekleri olan yer.(Cibril var haber ver Sultân-ı Enbiyâya.Düşdü Hüseyin atından sahra-yı Kerbelâya) (Kâzım)
KERBELE
Ayaklarda olan gevşeklik. Yürüdüğünde balçık içinde yürür gibi yürümek. * Buğday ve arpa gibi hububatın kalburlanması.
KERD
Sürmek. * Def'etmek, kovmak. * Boyun.
KERDEM
Şişman ve kısa boylu olan adam.
KERDEME
Kısa düşman.
KERDESE
Bağ, kayd. * Ayağı bağlı olan kimsenin yürüyüşü.
KEREB
Kova bağladıkları ip. * Suyu yatıp ağızla içmek. * Hurma ağacının kökü.
KEREBBE
Yaz günlerinde kumlu yerlerde biten bir ağaç adı.
KEREBE
(C.: Kirâb) Suyun aktığı yer.
KEREFS
Kereviz otu.
KEREM
Nefaset, izzet, şeref. Al-i-cenâbâne ihsan, inâyet. * Kıymetli şeyleri kemal-i rıza-i nefisle verme. * Mecd ve şeref. *Cenab-ı Hakk'a atfolunursa eltaf ve ihsan-ı İlâhî kasdedilmiş olur. * İnsan hakkında vasıf sureti ile zikrolunursa; mehasin-i ahlâk ve ef'âl kasdolunur.
KEREM ETMEK
Müsâade etmek, lutfetmek. Razı olmak.
KEREMGÜSTER
f. Cömert, mükrim, kerem sâhibi.
KEREMKÂR
f. Kerem eden, ikram eden. Cömert, eli açık olan, bağışlayan.
KEREMPE
Yun. Denize doğru uzanan kayalık çıkıntı. * Dağın en yüksek yeri, tepesi. * Geminin baş tarafı.
KEREMPE BURNU
Batı Karadeniz kıyısında Cide Kazasının sınırları içinde kalan kara çıkıntısı.
KEREMPERVER
f. Kerem sâhibi. Eli açık, cömert. Mükrim.
KEREV
f. Örümcek, ankebut.
KEREVET
Tahtadan yapılan ve üzerine yatak veya minder konularak yatmağa ve oturmağa yarayan yüksekçe yer.
KERF
Hımarın, bevlini koklayıp başını yukarı kaldırması.
KERH
Bağdat şehrinde bir mevziin adı.
KERH
İğrenme, hoşlanmayıp tiksinme. * Zorlama. * Bir şey sonradan nâ-hoş ve kerih olmak.
KERHEN
İstemiyerek, tiksinerek, zoraki.
KERÎ
Kazmak.
KERÎ
f. Örümcek ağı. * Sağırlık, duymazlık, işitmezlik.
KERİBE
(C.: Kerâyib) Katı, sert.
KERİH
İğrenç, tiksindirici. * Muharebe ve cenkte olan şiddet. * Pis, çirkin, fena şey. * Nefse kerahetlik vercek kabahat.
KERİHE
(C.: Kerâih) Nefret edilecek, iğrenç şey.
KERİHET
Harpte şiddet. * Zahmetli ve meşakkatli olan.
KERİH-ÜL MANZAR
Görünüşü ve manzarası çirkin ve iğrenç.
KERİH-ÜN NEFES
Nefesi ve ağzı pis kokan.
KERİM
Her şeyin iyisi, faydalısı. Kerem ile muttasıf olan, ihsan ve inayet sâhibi. Şerefli ve izzetli. Muhterem, cömert, müsamahakâr. (Kur'an-ı Kerim tâbirindeki kerim; muazzez, mükerrem mânâsınadır. Kur'an-ı Kerim'de bu kelime 27 defa geçer ve ancak iki defa Cenab-ı Hak hakkında kullanılmıştır.)
KERİMANE
f. Kerim olana mahsus hâlde. Lutfederek. Kerime hâs bir suretde.
KERİME
Kız evlâd. * Kendine ikram edilmiş kimse. Şerefli. * Güzide, seçkin, kıymetli şey. * Vücudun kıymettar yerlerinden her biri.