Hurma şarabı. * Darı bozası. * Arapların taş üstünde kurutup ve dövüp azık edip yedikleri et.
KESİSA
Avcıların tuzağı.
KESKESE
Söylerken sin'i kef'e tebdil edip sin yerine kef okumak. * Çabuk kesmek.
KESLAN
Uyuşuk, tembel, gevşek. Yorgun.
KESM
(C: Ekâsim) Bir şeyi eliyle parmaklamak. * Çok miktar atlar.
KESM
Doldurmak. * Ağzına alıp kırmak.
KESR
Kırmak. Parçalamak. Parçalara ayırmak. * Mat: Bir bütünün parçalarından her biri.
KESRA
(C: Ekâsire) Acem meliklerinin lâkabı.
KESRE
Kur'an-ı Kerim yazısında harfin altına konarak, o harfi "İ" veya "I" diye okutan ve bir adı da "esre" olan işâret.
KESRE-İ HAFİFE
İ diye okunan kesre.
KESRE-İ SAKİLE
I diye okunan kesre.
KESRET
Çokluk, sıklık. * Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk. (Bunun zıddı kıllettir)(Hayat, kesrette bir çeşit tecelli-i vahdettir. Onun için ittihada sevkeder. Hayat, bir şeyi her şeye mâlik eder. M.)(...Hem bütün âlemlerin Rabbi kesret tabakatında vahdaniyeti ilân etmek istemesine mukabil; en azamî bir derecede bütün merâtib-i tevhidi ilân eden, yine bizzarure O Zâttır. S.) (Bak: Tefekkür)