Ekseriya mükâfat ve taltif olarak giydirilen süslü üstlük elbise. Hil'at, esvab.
KÂFUR
Beyaz ve yarı şeffaf, kolaylıkla parçalanan bir madde. Sert, güzel kokulu, katı ve yağlı bir madde. * Cennette bir kaynak ismi.
KAFUR (KUFUR)
Hurma çiçeğinin kılıfı.
KAFV
Bir kimsenin ardına düşüp ittibâ etmek, ona tâbi olup uyma.KAFY : Uymak. * Kafasına vurmak.
KAFZ (KAFAZÂN)
Sıçramak.
KAFZEA
(C: Kafâzi) Başın çevre yanlarının saçı.
KÂGAZ
f. Kâğıt.
KAGŞAR
Yıkılmak üzere. Yıkılıp harabolmaya yüz tutmuş.
KAĞITHANE
Kâğıt fabrikası. * İstanbul'da vaktiyle böyle bir fabrikanın bulunduğu yerdeki mesire.
KAĞNI
(Kağlı) İki tekerleri dingille sâbit öküz arabası.
KAH
Sultan.
KÂH
f. Köşk, kasır. * Tek oda. Bir gözlü oda. * Yüksek binâ.
KÂH
f. Saman. Saman çöpü.
KAHA
Ev ortası, saha.
KAHAL
Koyunların derisini kurutan bir hastalık.
KAHAME
İlerlemiş yaşlılık.
KAHB
Yaşlı, ihtiyar. * Büyük dağ.
KAHBA (KAHBE-KUHBE)
Kırmızısı çok olan beyaz nesne.
KÂHBAN
f. Harman bekçisi.
KAHBE
Namussuz kadın. Fâhişe. * Mc: Hilekâr, kalleş ve sözünde durmaz adam.
KAHD
Koyunun beyaz kuzusu. * Açılmamış nergis.
KÂHDAN
f. Samanlık. İçine saman doldurulan oda.
KAHDE
(C.: Kıhâd) Devenin hörgücü dibi.
KAHF
Kap içindeki suyun tamamını içme.
KÂHGİL
f. Samanlı sıva çamuru.
KAHHAR
Galib-i Mutlak ve her an kahretmeğe muktedir olan Allah (C.C.) Hak Celle ve A'lâ'nın esmâ ve sıfâtındandır.
KAHHARANE
Kahharcasına. Kahredercesine.
KAHİF
Şiddetli yağmur.
KÂHİL
Saçına ak düşmüş adam. Yaşlı, ihtiyar. Tembel.
KÂHİLANE
f. Tembelce, tembelcesine, tembel olana yakışır surette.
KÂHİN
Karışık ve tahmini sözlerle gaibden haber verdiği söylenen kimse. Haberci. Falcı. * Âlim.(Kâhinlere gaybi haberleri getirmek için şeytanlar, tâ semavata çıkıp kulak veriyorlar, yarım yamalak yanlış haberler getiriyorlar diye tefsirlerdeki ifadelerin bir hakikatı şu olmak gerektir ki; semavat memleketinin pâyitahtına kadar gidip o cüz'i haberi almak değildir. Belki cevv-i havaya dahi şumulü bulunan semavat memleketinin (teşbihte hata yok) karakol haneleri hükmünde bazı mevkileri var ki, o mevkilerde Arz memleketi ile münasebetdarlık oluyor, cüz'i hadiseler için, o cüz'i makamlardan kulak hırsızlığı yapıyorlar. Hatta kalb-i insani dahi o makamlardan birisidir ki, melek-i ilham ile şeytân-ı hususi, o mevkide mübareze ediyorlar. Ve hakaik-ı imaniye ve Kur'aniye ve hadisat-ı Muhammediye (A.S.M.) ise, ne kadar cüz'i de olsa, en büyük, en külli bir hadise-i mühimme hükmünde en külli bir daire olan Arş-ı Azamda ve daire-i semavatta (temsilde hata olmasın) mukadderat-ı kâinatın mânevi ceridelerinde neşrolunuyor gibi her köşede medâr-ı bahsoluyor, diye beyan ile beraber, kalb-i Muhammediden (A.S.M.) tâ daire-i Arşa varıncaya kadar ise, hiçbir cihetle müdahale imkânı olmadığından, semavatı dinlemekten başka, şeytanların çaresi kalmadığını ifade ile, Vahy-i Kur'ani ve Nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) ne derece yüksek bir derece-i hakkaniyette olduğunu ve hiç bir cihetle hilâf ve yanlış vahy ile ona yanaşmak mümkün olmadığını, gayet beliğane, belki mu'cizane ilân etmek ve göstermektir... L.)
KÂHİNANE
f. Kâhin gibi ve ona benzer şeklide haberler veren. Bir nevi zan ile gaibden haber verir gibi.
KÂHİNE
Kadın kâhin.
KAHİR
(A, uzun okunur) Üstün gelen. Yenen. Galip gelen. * Zorlayan. Mecbur eden.
KAHİR-ÜL EŞRÂR
Şerleri ve kötülükleri ortadan kaldırıp yok eden. Haydutları kahreden.
KAHİR-ÜS SÜMUM
Panzehir.
KAHİT
Şiddetli kıtlık olan sene.
KAHİZ
Müşkil, zor nesne.
KAHKAHA
Yüksek sesle ve çokça gülme.
KAHKAHA'
Öldürücü bir yılan.
KAHKAHAZEN
f. Kahkaha atan, fazlaca yüksek sesle gülen.
KAHKAR
Katı, sert, sağlam taş.
KAHKAR
Taş.
KAHKARA
Geri geriye gelme, dövüşerek çekilme.
KAHKARÎ
Birdenbire geri dönme, aniden arkaya dönme. * Geri çekilmekle ilgili, geri dönmekle ilgili.