Büyük konaklarda ev işlerini idare eden kimselerle san'at ve ticaret sahiplerinin işlerine bakmak üzere hükümet tarafından seçilen kimselere eskiden verilen addır.
KAHZ
(Ok atmak. * Sıçramak. * Yarmak.
KAHZ (KIHZ)
İbrişim karışıklı beyaz bez.
KAIF
Yeri kazıp götüren, toprağı sürükleyen yağmur.
KAILE
(C.: Kavâil) Dağ başı.
KAİB
(C.: Kevâib) Tomurcuk memeli kız.
KAİBE
Hüzün ve gamdan perişan olmak.
KAİD
(Kuud. dan) Oturan, oturucu, oturmuş.
KAİD
(A, uzun okunur) Süren. Sevkeden. * Koyunların önünden giden ve "Küsem" denilen koyun. * Yedeğine alıp çeken. Çavuş. Serasker, kumandan. * Sıradağ. * Geniş ark.
KAÎD
(C.: Kavayid) Çekirge. * Ulu, yüce kişi.
KAİDAN
(Kaid. C.) Kumandanlar, komutanlar, seraskerler.
KAİDE
Esas. Temel. Düstur. Nizam. Yol. Ayaklık. * Dip taraf. * Bir şeyin meydana gelmesine şart ve düstur olan husus. * Bir ilim ve fennin düsturlarından her biri. * Fık: Hayızdan ve çocuktan kesilmiş kadın.
KAİDE-İ KÜLLİYE
Açık ve sarih olan kaide ve hüküm. Herşey hakkında tatbik edilebilen, umumi kaide.
KAİDE-İ RABT
Bağlama kaidesi, bağlama cümlesi.
KAİDEN
Oturarak, oturduğu hâlde.
KAİDEŞİKEN
f. Kaide ve usullere uymayarak. Kuralları çiğniyerek.
KAİDEŞİKENÂNE
f. Usul ve kaideye riayet etmeyerek, kuralları çiğneyerek, kaideyi bozarak.
KAİDETEN
Kaide ve hükümlere göre. Kurala uygun olarak.
KAİDEVÎ
Kaide ve kural ile alâkalı. * Mat: Tabana ait.
KAİD-ÜL CEBEL
Dağın çıkıntısı, burnu.
KAİD-ÜL CEYŞ
Orduyu, askeri idare ve sevkeden. Kumandan. Serasker.
KAİL
Söyleyen. Anlatan. Nakleden. Söz sahibi. İnanmış. * Boyun eğmiş. Rıza göstermiş, razı olmuş.
KAİM
Ayakta duran. Mevcut. Baki. * Vaktini ibadetle geçiren.
KAİME
Uzun bir kâğıda yazılan ferman. * Kitap yaprağı. * Kâğıt para.
KAİMEN
Ayakta durarak. Yıkılmamış. * Canlı olarak.
KAİM-MAKAM
Birinin yerine geçen. Kaymakam. Bir kazayı (İlçe) idâre eden memur. Osmanlılarda, binbaşı ile miralay arasındaki askeri rütbe. Yarbay.
KÂİN
Olan. Var olan. Bulunan. Mevcut.
KÂİNAT
Var edilen şeylerin hepsi. Yaratılanlar. Mevcudat. Âlemler.