f. Kalıp, şekil. * Gövde, beden, insan veya hayvan cesedi.
KALBZEN
f. Kalpazan. Sahte para basan. * Yalancı.
KALD
Gümüş bilezik.
KALE
Söz söylemek.
KALE
f. Kumaş. * Ham kavun, kelek.
KALE
(Bak: Kal'a)
KALE
(A, uzun okunur) Dedi. O söyledi.
KALEB
(C.: Kavâlib) Kalıp.
KALEB
Dudak dışarıya sarkmak.
KALEBE
Hastalık. İllet.
KALEHZEM
Yeyni, hafif. * Suyu çok olan büyük deniz.
KALE-KÎLE
Dedi-denildi şeklindeki nakiller.
KALEM
(C.: Aklâm) Kamış. Yazı için ucu inceltilen bir nevi ince ve sert kamış. * Yazı yazmak için kullanılan her türlü âlet. * İfâde. Üslub. * Mâden, taş ve tahta üzerinde oymak için ucu sivri çelik âlet. * İnce boya, fırçası. * Yazı enva'ı. * Resim. Nakış. * Resmi dâirelerde kâtiplerin çalıştıkları oda. * Ağacı aşılamak için kullanılan ucu kalem gibi yontulmuş ince çöp. * Çiçek ve sâir hastalıklara karşı kullanılan aşıyı hâvi ufak şişe. * Ok.
f. Yazı yazarken kalemin kâğıda takılmadan rahatlıkla kayması.
KALEMÎ
(Kalemiyye) Kalemle alâkalı. Kalemle münâsebet ve alâkası olan.
KALEMİYYE
Eskiden kalemlerde yazı karşılığı olarak alınan para.
KALEMKÂR
f. Tülbent veya ince kumaş üzerine fırça ile şekiller yapan yazmacı. * Maden üzerine kazarak şekiller yapan kimse. * Duvar veya tavanlara süs yapan, nakkaş.
KALEMKÂRÎ
f. Resimcilik, ince nakkaşlık. * İnce nakkaşın elinden çıkmış.
KALEMKEŞ
f. Yazan, yazıcı, yazar, müellif. * Çizen. * Yazıda silinti yapan.
KALEMREV
f. Bir hükümdar veya hükümetin hükmünün geçtiği yer.
KALEMZEDE
f. Yazılmış, kaleme alınmış.
KALEMZEN
f. Yazan, yazıcı, kâtib.
KALEN
(A, uzun okunur) Söylemek suretiyle. Söyleyerek.
KALENDER
f. Dünyayı terkederek elini çekip Allah yolunda giden kimse. * Dünyâdan elini çekip herşeyi hoş gören kimse. * Dünya alâkalarından uzak, alâyişe aldanmaz hakikat adamı. Filozof.
KALENDERÂNE
f. Kalenderce. Kalender olan bir kimseye yakışır surette.
KALENDERÎ
f. Feylesofluk; kalenderlik; dervişlik; serserilik. * Edb: Halk edebiyatı tâbirlerindendir. Halk şâirleri "mef'ulü, mefaîlü, mefaîlü, feûlün" vezninde tanzim ettikleri gazele bu adı verirler.
KALENSÜVE
Üzerine sarık sarılarak başa giyilen külâh. * Mantarın başlığı, tablası.
KALES
Kusuntu.
KALET
(C.: Kılât) Helâk olmak. * Dağlarda, içinde su biriken çukur. * Göz çukuru. * Baş parmağın dibinde olan çukur.
KALFA
Sarayla konaklardaki cariyeler hakkında kullanılan bir tâbir idi. Konaklarda bu tâbir, daha çok bunların eskileri ve yaşlıları hakında kullanılırdı. Gençlerine "kız" denilir ve adlarıyla çağrılırlardı. * Eski tarz mekteblerde öğretmen yardımcısı. * Bir san'atta usta ile çırak arasındaki işçi.
KALGAY
Eskiden Kırım Hanlığı'nın veliahtlerine verilen ünvan.
KALH
Ferc.
KALH
Eşek anırtısı. Aygır kişnemesi.
KALHEBAN
Uzun, tavil.
KALHEBE
Beyaz bulut.
KALIB
(Ka, uzun okunur) Hususi bir biçim, bir şekil alması istenen bazı şeylerin konmasına mahsus araç. (Buz kalıbı, çizme kalıbı gibi) * Hususi surette dökülmesi istenen şeylere mahsus zarf. * Beden, vücut, gövde. * Şekil ve suret nümunesi, örnek. * Bir kalıba dökülmüş veya kalıptan çıkmış şey.
KALİ
f. Halı.
KALİ'
(Kal. dan) Kökten söküp atan. Kökünden çıkaran.
KALÎ
Dedikoducu, gıybet eden, çekiştirici. * Söylemekle. Söylenmiş. Söz olarak. Söze dair ve müteallik.