N Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • NEFSANÎ

    Bedenî arzu ve isteklerle alâkalı. Zaruret olmadığı hâlde keyf için olan istek ve arzuya ait. Kendine ait ve mensub.
  • NEFSANİYET

    Nefsini çok beğenmişlik. * Gizli düşmanlık, garez, kin.
  • NEFSÎ

    Nefis ile, kendisi ile alâkalı. Şahsa ait, nefse dair.
  • NEFS-İ AMEL

    Amelin ta kendisi.
  • NEFS-İ EMMARE

    İnsanın çirkin ve şeytanın teşviklerine itirazsız ve mücahedesiz tâbi olması hâli.(Nefs-i emmârenin istibdad-ı rezilesinden selâmetimiz İslâmiyete istinad iledir. O habl-ül metine temessük iledir. Ve haklı hürriyetten hakkıyla istifade etmek, imandan istimdat iledir. H.)(Bir zaman evliya-yı azimeden; nefs-i emmaresinden kurtulanlardan birkaç zattan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmareden şekvalarını gördüm. Çok hayret ediyordum. Hayli zaman sonra, nefs-i emmarenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve âsab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhı bulunan ve nefs-i emmareyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören; ve mücahedeyi, âhir ömre kadar devam ettiren bir mânevi nefs-i emmareyi gördüm. Ve anladım ki, o mübârek zatlar, hakiki nefs-i emmareden değil; belki mecazi bir nefs-i emmareden şekva etmişler. Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbani dahi bu mecazi nefs-i emmareden haber veriyor.Bu ikinci nefs-i emmarede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki onlarla ıslâh olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemler ile nefret edip, veya tam bir fedailikle her hissini maksadına feda etsin. K.L.)
  • NEFS-İ HAYVANÎ

    Hayvanî istekler. Canlılardaki yaşama ve hareket kuvvetleri.
  • NEFS-İ İHBAR

    Tam haber. Haberin tam esası.
  • NEFS-İ LEVVAME

    Kötülüğü işledikten sonra fenâlığını hatırlayarak insanı rahatsız eden pişmanlık hâli ve vicdan rahatsızlığı. * İnsanın, kendine ait kötülük ve günahını görüp fenalığını bilen ve hayra meyleden iradesi.
  • NEFS-İ MARDİYE (MARZİYYE)

    Kusurlarını bilen, kendisinden râzı olunan nefis. Rabbinin indinde makbul olan nefis.
  • NEFS-İ MUTMAİNNE

    İyiliği kötülükten ayırt ettirerek insanlık vazifesini tanıttıran ve vicdanına rahatlık veren hâl. İnsanı Allah'a yaklaştıran hâl. Günaha meyleden kötü sıfatlardan temizlenmiş ve güzel ahlâk ile muttasıf olarak kurb-u İlâhiye itmi'nan ve istikrar kazanmış olan insan iradesi. Nefsin, Allah'ın emirleri altına sakin ve şehevâta muâraza ederek ıztırabdan kurtulmuş olma hâli.
  • NEFS-İ MÜLHEME

    Tas: Lüzumu hâlinde Cenab-ı Hak tarafından kendisine hakikatlar ilham edilen, tasaffi ve tekâmül etmiş nefis.
  • NEFS-İ MÜTEKELLİM

    Gr: Birinci şahıs. (Bak: Mütekellim-i vahde)
  • NEFS-İ NÂTIKA

    Akli ve nakli mes'elelerin münasebetlerini hissetmeğe ve anlamağa istidadı olan zâti ve cevheri hassası. Zâtında maddeden mücerred, fiilinde maddeye mukarin olan cevher. İnsan ruhu.
  • NEFSÎ NEFSÎ

    Benim nefsim, nefsim nefsim mânâsına yalnız kendini düşünmeyi ve kendisiyle olan alâkayı ifâde eden bir tâbir.
  • NEFS-İ RÂDİYE

    f. Rabbinden râzı ve hoşnud olanın nefsi.
  • NEFS-ÜL EMİR

    Hakikatın kendisi. İşin hakikatı.
  • NEFŞ

    Açmak. * Yapmak. * Yün ve pamuk atmak. * Davarların, geceleyin yayılıp çobansız otlaması.
  • NEFŞELE

    Yürüken toprağı ayağıyla tozutmak.
  • NEFT

    Neft yağı. Çam gibi bazı ağaçlardan çıkarılan, tutuşabilen bir yağdır ve boyacılıkta vesair sanayide kullanılır.
  • NEFT (NEFİT)

    Çömleğin kaynayıp taşması ve içinde yemeğin kuruması. * Galeyan.
  • NEFTA

    (Nifta) (C: Nefat) Çalışmaktan dolayı elde çıkan kabarcık.
  • NEFTÎ

    f. Neft yağı renginde olan, siyaha yakın koyu yeşil.
  • NEFUH

    Sütü sağılmadan çıkıp akan deve.
  • NEFUR

    Ürken, ürküp kaçan. * Herkese iyiliği dokunan kimse.
  • NEFUZ

    Çocuk düşüren kadın.
  • NEFY

    Sürgün etmek. Birisini kendi rızası olmadan, bir yerden başka bir yere nakletmek, sürmek. * Gr: Bir şeyin olmadığını ifade eden (olumsuzluk) edatı. Müsbetin zıddı, menfi olan. Bir şeyin yokluğunu veya olmadığını iddia. (Bak: İnkâr)(İşte küffarın ve ehl-i dalâletin bir hakikat-ı imaniyeyi inkâr ve nefyetmelerinde kuvvet yoktur. Çünkü, nefiy sırrıyla ittifakları kuvvetsizdir. Bin nefyediciler, bir tek hükmündedir. Meselâ: Bütün İstanbul ahalisi, Ramazanın başında Ayı görmediğinden nefyetse, iki şâhidin isbâtiyle o cemm-i gafirin nefiy ve ittifakı sukut eder. L.)(Nefiy dahi iki kısımdır.Birisi: "Has bir mevkide ve hususi bir cihette yoktur." der. Bu kısım ise, isbat edilebilir. Bu kısım da bahsimizden hariçtir.İkinci kısım ise: Dünyaya ve kâinata ve âhirete ve asırlara bakan imani ve kudsi ve âmm ve muhit olan mes'eleleri nefiy ve inkâr etmektir. Bu nefiy ise... hiçbir cihetle isbat edilmez. Belki kâinatı ihata edecek ve âhireti görecek ve hadsiz zamanın her tarafını temâşâ edecek bir nazar lâzımdır; tâ o gibi nefiyler isbat edilebilsin. Ş.)
  • NEFY EDÂTI

    Arabçada "Lâ", Farsçada "Nâ" gibi olumsuzluk bildiren edât.
  • NEFYAN

    Vurma ânında yara ve cerahatten akan kan.
  • NEFY-İ EBED

    Bir daha dönmemek üzere nefyedip sürme.
  • NEFY-İ MÜLK

    Bir malın başkasına ait olduğunu söyleme.
  • NEFZ

    Saçma, yayma. Neşretme. * Silkmek. * Nazar etme, bakma.
  • NEGATİF

    Fr. Mat: Sıfırdan küçük, önünde eksi işareti bulunan sayı. Menfi. * Gerçekteki karanlık ve aydınlık kısımları tersine gösteren fotoğraf camı veya filmi. ( Bak: Menfi)
  • NEGÜHİDE

    f. Çirkin, kötü.
  • NEHA

    Pek akıllı adam. * İhtiyacı terkeylemek. (Güya kendi nefsi cihetinden menedilmiş demektir.)
  • NEHABİK

    Bildikleriyle amel etmeyip halka da öğretmeyen.
  • NEHABİR

    (Nühbur. C.) Kum yığınları, kum tepeleri.
  • NEHAFE

    Zayıflık.
  • NEHAFE

    Tıksırmak, aksırmak. * Nefes verip almak.
  • NEHAK

    Eşek anırtısı.
  • NEHAKE(T)

    Bahadırlık, kahramanlık, şecaat. * Keskinlik.
  • NEHAMÎ

    Demirci.
  • NEHAR

    (C.: Enhür) Fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar olan aydınlık. * Toy kuşunun yavrusu. * Altın.
  • NEHAREN

    Gündüzün. Gündüz vakti.
  • NEHAR-I EBYAZ

    Gündüzün beyazlığı, gündüze benzeyen beyazlık. Beyazlığın parlaklığı.
  • NEHAR-I ÖRFÎ

    Güneşin tuluundan gurubuna - doğuşundan batışına - kadar olan zaman.
  • NEHAR-I ŞER'Î

    Fecr-i sadıktan güneşin batışına kadar olan müddet.
  • NEHARÎ

    Gündüzlü, gündüz ile alâkalı. * Yatılı olmayan mekteb veya talebe.
  • NEHAVE

    (Et) çiğ olmak.
  • NEHB

    Yağma, yağmacılık, çapul. * At oynatmak, koşturmak. * Kahr ile bir kişinin malını elinden almak.
  • NEHBE

    Kapmak.