T Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • TAYRURE

    Uçmak.
  • TAYS

    Çok adet. * Yer yüzünde olan toprak ve süprüntü. * Nesli çok olan karınca ve sinek.
  • TAYSEL

    Çok miktar. Fazlaca.
  • TAYTAN

    Yaban sarımsağı.
  • TAYTAVA

    Bağırtlak kuşuna benzeyen alaca bir kuş. (Yüzü beyaz, başı kara olur.)
  • TAYY

    Bükmek, sarmak, dürmek. * Kaldırmak. * Geçmek. * Açmak. * Çıkarmak. Bir haberi ketmetmek. Kasten açtırmak. * Atlama, üzerinden geçme.
  • TAYYAN

    Balçık yapan kimse.
  • TAYYAR

    Deniz dalgası.
  • TAYYAR

    Uçan. Uçucu. Uçma kabiliyeti olan. Havaya kalbolup gaib olan.
  • TAYYAŞ

    Aceleci hafif kimse. * Hilebaz kimse.
  • TAYYETMEK

    Silmek. Kaldırmak. * Mc: Uzun zaman veya mesafeyi az zamanda geçip aşmak.
  • TAYY-I ZAMAN

    Zamanı ortadan kaldırmak. Çok uzun bir zamanı pek kısa olarak görmek ve yaşamak. Meselâ: Kur'an-ı Kerimde beyan edilen "Ashab-ı Kehf" mağarada 309 sene kaldıkları halde, kendileri yarım gün veya bir gün kadar kaldıklarını söylemişlerdir. (Bak: Bast-ı zaman)
  • TAYY-İ MEKÂN

    Mekânı ortadan kaldırmak. Bir şahsın bir anda muhtelif yerlerde görünmesi.
  • TAYY-İ MERATİB

    Birden üst mertebeye geçmek. Birden mertebeleri aşıp, geçip gitmek.
  • TAYYİB(E)

    İyi, hoş. İyi davranış. Temiz. * Hz. Peygamber'e (A.S.M.) Cenab-ı Allah (C.C.) en güzel kokular vermiştir. Bu yüzden kendisine Tayyib denilmiştir. * Fık: Helâlin her türlü şüphelerden uzak, saf ve temiz kısmına denir.
  • TAYYİBÂT

    (Tayyibe. C.) Bütün güzel sözler, güzel mânalar, harika güzel cemaller. * Bütün kâinat yüzünde cemalleri görünen ezelî Esma-i Hüsnâ'nın cilveleri.
  • TAZ

    f. Koşma, koşuş.
  • TAZ'

    Gayretsiz olmak.
  • TAZACCU'

    Gevşek davranma, üşenme.
  • TAZACCUR

    Sıkıntı. İç sıkılma.
  • TAZAFFÜR

    Galip olmak, yenmek.
  • TAZALLÜL

    (Zıll. den) Gölgelenme, gölgede olma, gölge altına girme.
  • TAZALLÜM

    Bir haksızlıktan sızlanmak. Şikâyet etmek. * Birinin hakkını veya malını gasbetmek. * Mazlum olmak. * Zulmü kendi nefsine isnad etmek.
  • TAZALLÜMÂT

    (Tazallüm. C.) Yanıp yakılmalar, sızlanmalar.
  • TAZALLÜM-İ HÂL

    Kendine yapılan bir hâlden, hareketten dolayı sızlanmak. Hâlinden şikâyet etmek.
  • TAZAMMUD

    Yaranın merhemli bezle sarılması.
  • TAZAMMUN

    İhtiva etmek. İçine almak. İçinde başka şeyleri havi olmak. Muhit olmak. * Tazmini kabul etmek. Kefil olmak. * Man: Lâfzın, mevzuu olduğu mânanın cüz'üne delâlet etmesi.
  • TAZANNÜN

    (Zann. dan) Sanma, zan ile iş görme, delilsiz hükmetme.
  • TAZARRU'

    Bir şeye gizlice yaklaşmak. * Kendi kusurlarını bilip kibirden vaz geçip tevâzu ile yalvarmak.
  • TAZARRU'EN VE HUFYETEN

    Gizlenip saklanarak.
  • TAZARRUF

    Zarafet. * Zariflik taslama. İncelik göstermek. Külfetle zarif olmak.
  • TAZARRU'KÂRANE

    f. Tazarru ederek. Tazarru etmek suretiyle.
  • TAZARRUR

    (Zarar. dan) Zarar ve ziyâna uğrama.
  • TAZAVVU'

    Bir şeyin güzel kokusunun etrafa yayılması.
  • TAZAYYUK

    (Zîk. den) Sıkışma, daralma.
  • TAZAYYÜF

    Meyletmek, eğilmek, yönelmek.
  • TAZE

    f. Yeni kesilmiş, bayatlamamış, taravetli, buruşmamış. * Yeni duyulan, henüz ortaya çıkan. * Kuru olmayan, yeşil. * Genç, körpe.
  • TAZEGÎ

    f. Tazelik, yenilik, körpelik. * Gençlik.
  • TAZENDE

    f. Koşucu.
  • TAZFİR

    Galip etmek. * Tırnaklaşmak.
  • TAZHİR

    (Zahr. dan) Arkaya atma. Arkaya bırakma veya bırakılma. İhtimâl.
  • TAZİ

    (C.: Tâziyân) Araplar.
  • TA'ZİB

    Azab verme. Eziyet etme. Men eylemek.
  • TA'ZİB

    Davarları gece yabanda otlatıp eve getirmemek.
  • TA'ZİBÂT

    (Ta'zib. C.) Eziyetler, tâzibler, azablar.
  • TA'ZİB-İ RUH

    Can sıkma.
  • TAZ'İF

    İki kat, kat kat etmek. Ziyade etmek. Bir kat daha artırmak. Çoğaltmak. * Zayıf addetmek.
  • TA'ZİL

    Azletme. İşinden çıkarma.
  • TA'ZİL

    (C.: Ta'zilat) Ayıplama.
  • TA'ZİM

    Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.