(Recez. den) Edb: Mısraları kafiyeli, kısa vezinli nazım. (Bak: Kaside)
ÜRD
f. Gibi, benzer.
ÜRDÜNN
Uyuklamak. * Bir büyük ırmak.
ÜRK
Mekân, mevki.
ÜRMULE
(C.: Erâmil) Ergen delikanlı.
ÜRNE
Taze peynir. * Keler tuzağı olan yer.
ÜRÜMEK
f. Havlamak. (İt ürür, kervan yürür)Ürüyen köpek ısırmaz: Tehdit savuran, işi gürültüye boğan kimselerden yılmamak lâzım geldiğini anlatır.
ÜRVİYYE
(C.: Ervâ-Erâvi) Dağ keçisinin dişisi.
ÜRYAN
(Bak: Uryan)
ÜSAL
Çok miktar mal.
ÜSAME
Davar otlatmak. * Arslan.
ÜSAME BİN ZEYD (R.A.)
Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın azadlısı olan Zeyd bin Harise'nin oğludur. Meşhur sahabedendir. 128 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. 75 yaşında iken 54 yılında vefat etmiştir. (R.A.)
ÜSARA
(Bak: Üsera)
ÜSARE
(Bak: Usare)
ÜSBU'
Hafta. Yedi günlük zaman.
ÜSBUBE
(C.: Esâbib) Sövme, küfür.
ÜSBUÎ
(Üsbuiyye) Haftalık.
ÜSERA
(Üsârâ) Esirler. Harbde teslim alınanlar. * Köleler.
ÜSFİYYE
(C.: Esâfi) Üzerine tencere koyup yemek pişirilen ocak taşı.
ÜSİR
Yaranın iyi olduktan sonra kalan izi.
ÜSKUB
Sıra ile dikilmiş olan ağaçlar. * Kunduracı. * Dökülmüş olan, akan su. * Demirci.
ÜSKUF
(C.: Esâkife) Pabuç diken, kunduracı.
ÜSKUF
(C.: Esâkıf) Kâfirlerin kadısı ve ruhbanları.
ÜSKUN
Koruk halinde hurma salkımı.
ÜSKUTUSS
(Rumcadan) Cevher, asıl, unsur, madde.
ÜSKÜDAR
Mushaf cildi.
ÜSKÜFFE
Eşik tahtası.
ÜSKÜR
f. Kirpi.
ÜSLEM
El arkasında hınsırla pınsır arasındaki damar.
ÜSLUB
Tarz, yol. Biçim. İfade tarzı. Dizmek.
ÜSLUB-PERESTLİK
Kelâmın mâna ve maksada uygunluğuna değil de, ifade tarzının güzelliğine önem vermek.
ÜSLUB-U ÂDÎ
Alelâde ifade tarzı. İfadesinde hiçbir üstünlük bulunmayan tarz.
ÜSLUB-U ÂLÎ
Edb: Üstün ifade tarzı. İfadenin yüksek ve nezih olanı.
ÜSLUB-U HAKÎM
Edebî san'atlardan biridir. Sorulan bir suale, soranın halini nazara alarak başka bir sual gibi telâkki edip, ona göre cevab vermek demektir. Meselâ : Bazı Ashab Resulüllah'a (A.S.M.) hilâlin ince başlayıp, kalınlaşarak bedr şekline gelip, sonra yine başladığı şekle dönmesinin sebebini sordular. Bunun cevabı onlara lâzım olmadığı için, Kur'ân-ı Kerim o vaziyetin neticesine terettüb eden hikmeti, yani ayın takvimcilik yaptığını söylemiştir. Çünkü bu, soranlar için daha mühim ve anlaşılması daha kolaydır.
ÜSLUB-U MÜCERRED
(Sade üslub) Bu üslupta tabiîlik, akıcılık, selâset, kısalık, mânâ ve maksada kifayet sıfatları vardır. Bu üslup, âlet ilimlerinde, ders kitablarında, konuşmalarda ve beşerî muamelelerde kullanılır.
ÜSLUB-U MÜZEYYEN
(Ziynetli ve parlak üslub) Bu üslub tergib ve terhib (teşvik etme ve sakındırma) gibi hususları tazammun eder. Hitabiyat ve iknaiyatta kullanılır.
ÜSR
Sidik tutulması, sidik zoru.
ÜSRE
Cemaat, topluluk.
ÜSRE
Seleften gelen şan şeref. * Söz veya hadis nakletmek.
ÜSRUŞ
f. Güzel ses.
ÜSRÜB
f. Kurşun.
ÜSS
Esas, asıl. Kök, temel. * Askerlikte herhangi bir düşman hücumuna karşı esas dayanak olmak üzere önceden hazırlanmış yer. * Harb gemilerinin, noksanlıklarını tamamladıkları yer. * Mat: Bir sayının hangi kuvvete çıkarıldığını gösteren sayı.
ÜSS-ÜL ESAS
Hakiki sağlam temel.
ÜSS-ÜL HAREKÂT
Askerî harekâtın başlangıcına esas olan yer.
ÜST PERDEDEN BAŞLAMAK
Ağız bozmak, sert konuşmak.
ÜSTAD
(Üstaz) İlim veya san'atta üstün olan kimse. Usta, san'atkâr. Muallim, profesör. Bilgide veya san'atta veya amelde meharetli zât.
ÜSTADANE
f. Üstâda yakışır surette. Ustaca.
ÜSTAD-I A'ZAM
En büyük üstad. Muallimlerin en üstünü ve reisi olan.
ÜSTAD-I EZELÎ
Cenab-ı Hak. Bütün ilim ve bilgilerin, marifetlerin öğreticisi. Alîm-i Mutlak ve Hakîm-i Ezelî.(... Hem maden-i kemalât ve muallim-i ahlâk-ı âliye olan o dellâl-ı vahdaniyet ve saadet kendi kendine söylemiyor, belki söylettiriliyor. Üstad-ı Ezelîsinden ders alır, sonra ders verir... M.)
ÜSTAD-I KÜLL
Herkesin üstadı. Her çeşit ilimde çok ileri bilgisi olan.