F Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • FANİYYET

    Fânilik, ölümlülük.
  • FANTAZİYE

    yun. Yalandan gösteriş, boş debdebe. Zâhirî süs ve zinet. Lüzumlu ihtiyaçtan olmayan ve zevk için kullanılan pahalı eşya.(Sefahet ve dalâlette bozulmuş ve İsevi dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehan ile ruh-u beşere Cehennemî hâleti hediye ettin! Sonra anladın ki, bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı âlâ-yı illiyyînden, esfel-i sâfilîne atar. Hayvanatın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten ibtal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek!......Bedbahttır o kadın ki; zevcinin fıskına bakar, onu başka bir surette taklid eder. Veyl o zevc ve zevceye ki; birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yâni; medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder. L.)
  • FANTEZİ

    yun. Çeşitli ve süslü. Müsrifane süs isteğinden doğan hayal hareketi ile yapılmış süslü eşya veya süslenmek. Ağırbaşlı olmayan.
  • FANUS

    yun. Fener. Sâbit ve süslü fener. * Kim: Bazı şeylerin üstüne kapatmak için camdan yapılmış kapak.
  • FAR

    Fr. Otomobil, kamyon gibi nakil vasıtalarının önündeki kuvvetli lâmbalar.
  • FAR'

    Budak ve ağaç başı. * Her şeyin alâsı. İyisi. * Her kavmin şereflisi.
  • FÂR

    Fâre, sıçan.
  • FARABÎ

    (Mi: 870-950) Aristo felsefesinin İslâm âleminde yayılmasına yol açmış bir filozoftur. Aristo'dan sonra gelen mânasına, kendisine Muallim-i Sâni nâmı verilmiştir. Eserlerinin İbn-i Sina üzerinde büyük te'siri vardır. "Kanun" denilen bir çalgı âletinin mucididir. Asıl adı Ebu Nâsır Muhammed'dir.
  • FARAKLİT

    İncilde mezkur olan Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ismidir. El-Faraklit, El-Baraklit de hamdeden, hak ile bâtılı birbirinden ayıran, fâruk, hakperest mânalarına gelir.
  • FARAN

    İncil'de Mekke dağlarına verilen isim. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) Faran dağlarında zuhur edeceği İncil'de haber verilmiştir.
  • FARAŞ

    (Feraşe. den galat) Süprüntüleri toplamağa ait kulplu kutu, kürekçik. Süpürge. (Bak: Ferraş)
  • FARAT

    Öne çıkan, geçen. * Issız yerlerde konan nişan ve işaret. * Kervan halkından önce su yerine varıp sakalık eden kimse.
  • FARAZA

    (Esası: Farzâ) Meselâ, öyle sayalım ki, farzedelim ki, ola ki, tutalım ki.
  • FARAZÎ

    (Bak: Farzî)
  • FARAZİYE

    (Fr: Hipotez) Var sayma, kabul. Bir hâdiseyi, bir olayı açıklamak, bir düşünceyi isbat etmek için isbatı yapılmamış başka düşünceleri dayanak olarak alma. Müsbet ilimlerde araştırmanın bir merhalesini meydana getirir. İncelenen hâdiseyi açıklaması muhtemel olan faraziyeler düşünülür. Faraziyenin doğruluğu hakkında bundan çıkarılacak mantıkî düşünceler belirlenir, bu sonuçların hakikatta var olup olmadığı görme ve deneme yoluyla kontrol edilir. Buna da tahkik (doğrulama) denir. Netice doğrulanırsa faraziyenin doğruluğu isbatlanmış olur ve faraziye kanunlaşır.Bazı cahiller, ilimde tahkik edilmemiş faraziyeleri doğru hüküm zanneder. Faraziyenin doğruluğu hakkında ileri sürülen fikirleri de isbat zanneder. Oysa bu isbat değil, iddiadır. Doğruluğun müşahede ve deneme ile isbatlanması gerekir. Müsbet ilimlerde durum budur.
  • FARFARA

    Hafif meşreblik. Gürültülü. Gürültüye boğmak. * Akılsızlık.
  • FÂRIK

    (Fârıka) Tefrik eden, farkeden, ayıran. Ayrılmasına, farkolunmasına sebeb olan alâmet.
  • FÂRIKAT

    Farkedenler, ayıranlar, farkediciler.
  • FARIT

    Geçmiş, önceki, önde bulunan. Sâbık, mukaddem.
  • FARİ'

    Yüce nesne.
  • FARİC

    (Ferec. den) Keder ve tasadan kurtaran.
  • FARİG

    İşini bitirmiş, boş kalmış, alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiş. * Fık: Tasarrufu altında olan mülkün kullanma ve tasarruf hakkını başkasına devreden.
  • FARİG-ÜL HAL

    Hali rahat, hali vakti iyi olan.
  • FARİH

    (C: Fevârih-Füreh) Gayretli davar. * Akıllı kişi.
  • FARİS

    İran. İranlı. * Binici, süvâri. * Ferasetli, anlayışlı. * İrandaki Şiraz vilâyeti.
  • FARİSAN

    (Fâris. C.) Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş devrelerinde eyâletlerde hudutlardaki muhafız askerler.
  • FARİSÎ

    Acemce, Farsça. İran'la alâkalı ve ona müteallik. İran dili veya halkı ile alâkalı olan.
  • FARİSİYYAT

    Fars edebiyatı, İranlıların edebiyatı.
  • FARİZ

    Yaşlı.
  • FARÎZA

    Borç, vazife. Allah'ın açık emri olup, yapılması şart olan vazife. * Fık: Ölen bir kimsenin mirasından mirasçılara düşen hisse, pay.
  • FARÎZA-İ ZİMMET

    Yapılması mutlaka boynumuza borç olan vazife.
  • FARİZIYY (FERAZIYY)

    Feraiz bilen kişi.
  • FARK

    Ayrılık, başkalık. Ayırma, ayrılma, seçilme, * Başın tepesi, baştaki saçın ikiye ayrıldığı yer.
  • FARKADAN

    (Bak: Ferkadan)
  • FARK-I FÂHİŞ

    Çok fazla, haddini çok aşan fark.
  • FARK-I TÂMM

    Tas: Dünya ile olan alâkaları tamamen terkederek, ehadiyyet dergâhına tam bir teveccühle istiğrak haleti.
  • FARMASON

    Fr. Mason. Dinsiz, imansız. (Bak: Mason)
  • FARS

    Yarmak. * Yırtmak. * Kesmek.
  • FARS

    (Fers) İran'lı. * Şark kavimleri.
  • FART

    İfrat, çok aşırı olmak. Aşırılık. * Acele etmek ve ansızın gelmek. * Yollara alamet olarak konulan işâret.
  • FART-I GAYRET

    Gayrette aşırılık.
  • FART-I MUHABBET

    Muhabbet ve sevgide aşırılık.
  • FART-I ZEKÂ

    Âdetin üstünde, çok ileri zeki olmak. Emsâli bulunmayan zekâvette oluş.
  • FARUK

    Hak ile bâtılı birbirinden ayıran. Haklıyı haksızı ayırmakta çok mâhir olan. (Hak ile bâtılı birbirinden tam ayırarak İslâmiyeti kabul ettiği ve islâm nurunu izhar ettiği ve imân ve küfrün arasını fark ve faslettiği için Hz. Peygamber (A.S.M.) tarafından Hz. Ömer'e (R.A.) bu isim verilmiştir.)
  • FARUKÎ

    Hz. Ömer (R.A.) soyuna veya adâletine mensub olan. Hz. Ömer'e mensub ve müteallik. İmam-ı Rabbanî'nin bir lakabı.
  • FARYAB

    f. Dere ve ırmak suyu ile sulanan yer. * Eski Horasan'da Belh'e yakın bir şehrin adı.
  • FARZ

    Bir kimseyi bir vazifeye tayin etmek veya maaş bağlamak. Bir kimsenin kendi nefsine âid iken başkasına hibe ettiği muayyen bir şey. (Bunun zıddı "karz"dır.) * Takdir veya beyan eylemek. * Bir şeyi delmek, gedik açmak. * Bir dâvaya mevzu ve rükün kılınan husus. * Addetmek, saymak, tutmak. * Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur'an-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenab-ı Hakk'ın kat'i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi...
  • FARZA

    Diyelim ki, farzedelim ki, öyle kabul edelim ki, ola ki.
  • FARZEN (FARZAN)

    Farzedelim ki, kabul edelim ki, diyelim ki. * Farz olarak. Farziyyeti kabul edilerek.
  • FARZ-I AYN

    Herkesin yapmaya mecbur olduğu farz. Namaz kılmak, yalan söylememek, imân etmek, oruç tutmak gibi.