B Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • BELİD

    (Belâdet. den) Ahmak, sersem, bön, budala.
  • BELİGANE

    f. Beliğcesine, düzgün ve fasih olarak.
  • BELİĞ

    Edb: Belâgatli kimse. Meramını tamamen, noksansız ve güzel sözlerle anlatmağa muktedir olan. * Kâfi derecede olan. Yeter olan.
  • BELİL

    Islanmış olan şey. * Serin ve yağmurlu rüzgâr.
  • BELİNOGRAF

    Fr. Telefon hatlarıyla fotoğraf, şekil ve yazıyı uzak mesafeye nakleden cihaz.
  • BELİTA

    Kamış kap.
  • BELİYYAT

    (Beliyye. C.) Felâketler. * Gamlar. Kederler.
  • BELİYYE

    (C.: Beliyyât) Belâ. Müşkilât. Musibet. Âfet. Tasa. Keder.
  • BELK

    Kapı açmak. * Ak ile kara alaca olma. * Büyük terazi.
  • BELKA'

    Alaca. Alaca bacaklı olan at.
  • BELKA'

    Tenha çöl. Harap ve boş yer. * Yazı. * Yalan yere yemin etmek. * Su, süt gibi boğaz ıslatan şeyler. * Bir hurma cinsi.
  • BELKAA

    Şam vilâyetinde bir yerin adı. * Kara ile ak alaca nesne. * Parlak nesne.
  • BELKIS

    Süleyman (A.S.) zamanında, Yemen'de Sebe şehrinde hükümet süren Himyerîlerden bir melikedir. Süleyman (A.S.) bunu Filistin'e çağırdı, geldi ve iman etti. (Bak: Taht-ı Belkıs)(Hz. Süleyman (A.S.) Taht-ı Belkısı yanına celb etmek için, vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celb dedi: "Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hazır ederim" olan hâdise-i harikaya delalet eden şu âyet $ ilââhir... İşaret ediyor ki: Uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sûreten ihzar etmek mümkündür. Hem vâki'dir ki; risaletiyle berâber saltanatla müşerref olan Hz. Süleyman (A.S.) hem mâsumiyetine, hem de adaletine medar olmak için pek geniş olan aktar-ı memleketine bizzat zahmetsiz muttali olmak ve raiyetinin ahvalini görmek ve dertlerini işitmek, bir mu'cize sûretinde Cenab-ı Hak ihsan etmiştir. Demek Cenab-ı Hakk'a itimad edip Süleyman'ın (A.S.) lisan-ı ismetiyle istediği gibi, o da lisan-ı istidadiyle Cenab-ı Hak'tan istese ve kavanin-i âdetine ve inayetine tevfik-i hareket etse; ona dünya bir şehir hükmüne geçebilir. Demek taht-ı Belkıs Yemen'de iken Şam'da aynıyla veyahud sûretiyle hâzır olmuştur, görülmüştür. Elbette taht etrafındaki adamların suretleriyle beraber sesleri de işitilmiştir. İşte uzak mesafede, celb-i sûrete ve savta haşmetli bir sûrette işaret ediyor. S.)
  • BELKİ

    Umulur, ihtimal, olabilir. * Hattâ. * Kat'iyyetle. Dahi. Şüphesiz.
  • BELL

    Yaş etmek. Islatmak. * Ulaştırmak. * Hastanın sağlamlaşması.
  • BELLET

    (C.: Bilel) Cisimlerin yüzeyinde olan yaşlık, ıslaklık.
  • BELMA

    f. Faydasız, faydası olmayan. İri ve kaba şey.
  • BELSEK

    Elbise değdiğinde yapışıp ayrılmayan bir ot.
  • BELT

    Kesmek.
  • BELTA'

    Her hususta hazakati ve feraseti olan.
  • BELTAH

    Kişi nefsini yere vurmak.
  • BELTEM

    Akılsız kimse. * Peltek adam.
  • BELÛ

    (Bel'. den) Çok yiyici, obur.
  • BELUL

    Kurtulma. Hastalıkdan, marazdan kurtulma. Halâs olma.
  • BELÛS

    f. Tevazu, mahviyet. Hileci. Hile, yalan, dolan.
  • BELÛT

    Bot: Meşe ağacı. * Meşe ağacının meyvesi olan palamut.
  • BELV

    (Belvâ) Dert, çile. Musibet. Zahmet. * İmtihan, tecrübe.
  • BELVAZ

    f. Çıkıntı. Duvardan dışarı doğru çıkan direğin ucu.
  • BELVE

    Belâ.
  • BELY

    Mahvolmak. * Belirsiz olmak.
  • BELYAD

    f. Nakışsız, sade kostüm.
  • BELZİ

    Muhkem, güçlü, sağlam deve.
  • BEM

    Bazı sıfatlara katılarak mübalağa beyan eder.
  • BEMBEYAZ

    Her tarafı beyaz, çok beyaz.
  • BEN

    (Bak: Ene) t. Psk: Şuurlu kişiliğimiz. Başlangıçta çocuğun benliği şuurlu değildir. Kendisini başkasından ayıramaz. Fakat canlı olarak ihtiyaç ve istekleri vardır. Benin bu şuursuz haline "alt ben" denir. Kendisi ile başkası arasındaki farkı anlamaya, münasebetler kurmaya, düşünmeğe başlayınca şuurlu kişiliği, beni ortaya çıkar. Ben, kendi menfaatına gördüğü, haz duyduğu herşeyi ister. İsteklerine kendisi için tehlikeli, acı verici gördüğü yerde, yani yine kendisi için sınır koyar. Başkalarını hesaba katmaz. Ahlâk ve din terbiyesiyle ben, her istediğini yapmaması gerektiğini öğrenir. Vicdan ve namus duygusuna sahip olur. Böylece "üst ben" mertebesine ulaşır. İsteklerini dizginlemesini öğrenir. "Alt ben"in had, sınır tanımayan arzularıyla din ve ahlâkın benliğimizdeki sesi durumunda olan "üst ben" arasında bir zıddiyet ve çatışma vardır. Ben, bu ikisi arasında ahenkle denge kurmaya çalışır. Bir suç ve günah işlediğinde benlikte suçluluk duygusu uyanır. Bundan kurtulmak için en küçük bahane ve şüphelere yapışır. Ve ahlâk ve dinî esasları inkâra yönelir. Bu sebeple her günahta küfre giden bir yol açılır. İslâm terbiyesi alan bir insanın benliği meşru sınırlarda Allahın emir ve rızası dairesinde kalır. Günah sınırlarına varmaz. Benin mahiyeti hakkında felsefî ve psikolojik muhtelif görüşler vardır. Henüz benliğin mahiyeti açıklanamamıştır. İslâm açısından bu mevzuda yazılan en esaslı yazı Risale-i Nurlardan Ene ve Zerre Risalesi'dir.
  • BENADIK

    (Bunduk. C.) Yuvarlak kurşunlar. * Fındıklar.
  • BENADİR

    (Bender. C.) Ticaret yerleri. Ticareti işlek limanlar.
  • BENAM

    Parmak ucu.
  • BE-NAM

    f. Meşhur. Namlı. Mütemayiz. Seçkin. Mâlum bir isimle tesmiye edilen.
  • BENAN

    Parmak uçları. Parmaklar.
  • BENANE

    (C: Benân-Benânât) Parmak başı.
  • BENÂT

    (Bint. C.) Kızlar. * Bebekler.
  • BENÂT-I Bİ'SE

    Musibetler, belâlar, felâketler, âfetler.
  • BENÂT-ÜD DEHR

    Âfetler. * Zahmetler.
  • BENÂT-ÜL ARZ

    Pınarlar, ırmaklar.
  • BENÂT-ÜR RÜŞDE

    Nikâhlı kadından doğan evlat.
  • BENÂT-ÜS SADR

    Endişe. * Hayal. * Kederler.
  • BENAVER

    f. İri, büyük çıban. Kan çıbanı.
  • BENBEL

    f. Ekşi şey. * Ekşi elma.
  • BENC

    Türkçede "benek" adı verilen bir ot cinsidir ve tohumuna "bezr-ül benec" derler.