(Cemiyet) Topluluk, birlik. Hey'et. * Bir yere cem' olma. * Mânevi birlik teşkil eden cemaat. * Huk: Kazanç paylaşmaktan başka bir maksadla, ikiden ziyade şahsın ilim ve mâlumâtlarını ve faaliyetlerini devamlı bir şekilde birleştirmek suretiyle bir esas nizamnameye müsteniden ve hükmî şahsiyyeti hâiz olarak kurdukları teşekkül. (T.H.L.) * Tas: Zihnin yalnız Cenab-ı Hak ile meşguliyet hali. * Edb: Tenasübü veya tezadı dolayısıyla birbirine uyan kelimeleri veya zıd olan kelimeleri beraber aynı ifade içinde bulundurmak. (Edebiyat Lügatı'ndan bir misal:Bir tâir-i kudsîyi uçurdun yuvasından.Bir lâne-i sevdayı tebah eyledin ey mevt.Bir tûde türaba çevirip cism-i latifin.Bir haclegehi hâk-i siyah eyledin ey mevt."Tair, uçurdun, lâne, tûde, türab, hâk" lâfızları arasında tenasüb vardır."Bir tûde türab" ile "Cism-i latif" "haclegeh" ile "hâk-i siyah" arasında tezad vardır. Buna, sözün cem'iyyetli olması denilir.
CEM'İYYETGÂH
f. Toplantı yeri, toplanılacak yer.
CEM'İYYET-İ AKVÂM
(Milletler Cemiyeti) Birinci Dünya Savaşından sonra kurulan ilk Birleşmiş Milletler Cemiyetinin bizdeki adıdır.
CEM'İYYET-İ HATIR
Zihin ve fikrin dağınık olmayıp toplu bulunması. Hasr-ı fikir etmek.
CEM'İYYET-İ KELÂM
Kelâmın câmi olması. Müteaddid mânası bulunan kelâm, söz.
CEML
Yağ eritmek.
CEMM
Çokluk. Mecmu. * Kuyuda biriken su. * Hırs ve tama ile mal biriktirmek.
CEMMA
Boynuzsuz koyun.
CEMMAL
Deveci, deve süren, deve sürücüsü.
CEMMAZ
Hızlı giden.
CEMMAZ-SÜVAR
f. Hızlı giden bineğe binen kimse.
CEMM-İ GAFİR
Büyük cemâat, insan kalabalığı. Ekseriyet. * Muhâfızlar.
CEMR
İnsanların bir araya toplanması. * Atın sıçrayarak yürümesi. * Ateş ve küçük taş vermek. * Bir kimseyi def etmek, kovmak.
CEMRA
Kuvvetli dişi deve.
CEMRE
(C.: Cimâr) Şiddetli karanlık. * Ateşli kömür parçası, kor. * İlkbaharda suya, yere, havaya düştüğü söylenen sıcaklık. * Hacıların Mina Vâdisinde şeytan taşlamaları.
CEMRE-İ SÂLİSE
Üçüncü cemre ki, toprağa düşer.
CEMRE-İ SÂNİYE
İkinci cemre ki, suya düşer.
CEMRE-İ ULÂ
Birinci cemre ki, havaya düşer.
CEMREVİYYE
Divân şairleri tarafından bayramlar, baharlar gibi cemre sebebiyle, muasır olan büyük makamlı ve rütbeli kişiler için yazılan şiirler.
CEMR-ÜL GADA
Ateşi çok devam eden ağacın ateşinin koru.
CEMŞ
Saçı yolmak veya traş etmek. * Gizli ses. * Parmaklarının uçları ile çekmek. * Gazel söylemek. * Oynaşmak.
CEMŞASB
f. Hz. Süleyman Peygamber. (A.S.)
CEM-UL CEVAMİ'
Eski medreselerde okutulan Dört Hak Mezhebin fıkıh usûlünü içine alan, Usûl-i Fıkh'ın en son kitabı. Müellifi Şâfiî âlimlerinden İbn-üs Sübkî'dir.
CEMUM
Yorga at. * Yürürken eşinen at.
CEM-ÜL CEM
Gr: Bir defa cemi'olan kelimenin tekrar bir defa daha cemi olması. (Evliya; Evliyalar gibi.) * Tas: Vahdet-i vücuda dalmak. Bekabillah, Cenab-ı Hak'ta fâni olmak.
CENA
Yemiş toplamak. * Cem'etmek, toplamak.
CENA'
Arka yumruluğu. Kamburluk.
CENAB
Büyüklük ifade etmek için, hürmet maksadı ile söylenir. Cenab-ı Hak, Cenab-ı Resül-i Kibriya (A.S.M.)... gibi.
CENAB
(C.: Ecnibe) Evin etrafı, çevresi. * Cânib. * Nâhiye.
CENABET
Pis. Gusletmesi lâzım gelen kimse. * Uzaklık.
CENAB-I HAKK
Allah.
CENADİF
Şişman, kısa boylu kimse.
CENAH
Kanat, taraf, kısım. (Vicdanın ziyası ulum-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. Mün.)
CENAHEYN
(Cenah. dan) İki kanat, iki yan, iki cenah. * İki hususiyetli.
Kalbe âit ve müteallik olan. Kalben duyulan. (Arabça müfred, birinci şahıs sigası ile "kalbim" mânasınadır.)
CENAZE
(C.: Cenâiz) İnsan ölüsü.
CENB
Yan taraf. Koltuk altının aşağısı. * Def'etmek, kovmak. * Müştak olmak. * Bir yere gitmek için bir yere inmek. * Birisinin sevdiğinden dolayı kararsız ve muztarib bulunmak. * Büyük ve çok olan. * Engin taraf. * Şetmetmek, söğmek. (L.R.)
CENBÎ
Yan tarafa âit.
CENBİYYE
Arapların kullandıkları bir cins eğri kamadır ki, yan taraflarına takarlar.
CENCENE
Sözü burun içinden söylemek, genizden konuşmak.
CENDEL
Nehirlerde bulunan ve büyükçe olan kaya.
CENDERE
yun. Tazyik. Baskı, basınç. * Dar dere, boğaz. * Kalın oklava. * Çamaşır ütülemeye mahsus iki ağaç üstüvaneden ibaret alet. * Mc: Sıkı ve dar yer.