C Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • CERBA

    Uyuz kadın.
  • CERBAN

    Uyuz hastalığına tutulmuş olan, uyuz.
  • CERBEYA

    Mağrib ile şimâl arasında esen yel.
  • CERBEZE

    Aldatıcı sözlerle kurnazlık etme. Fazla sözlerle aldatıcılık. Haklı ve haksız sözlerle hakikatı gizleme. * Beceriklilik, fetânet ile temyiz ve cesaret-i mutedile ve kuvvet-i idareden ibâret olan sıfat-ı zihniye.(Bu kelime, Arabçada: Hilekârlık, kurnazlık gibi aşağılayıcı bir mânâda kullanıldığı halde; Türkçede: Beceriklilik ve konuşma kabiliyeti gibi medhedilir bir sûrette geçmektedir.)(... Kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi, gabâvettir ki, hiç bir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi, cerbezedir ki; hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya malik olur. Vasat mertebesi ise, hikmettir ki hakkı hak bilir, imtisal eder; bâtılı bâtıl bilir, içtinab eder. İ.İ.)(... Cerbeze nedir?C- Müteferrik büyük işlerde, yalnız kusurları görmek cerbezeliktir; aldanır ve aldatır. Cerbezenin şe'ni, bir seyyieyi sümbüllendirerek hasenata galib etmektir...Meselâ: Bir aşiretin herbir ferdi, bir günde attığı balgamı, cerbeze ile vehmen tayy-ı mekân ederek birden bir şahısta o muhassalı temsil edip, başka efradı ona kıyas ederek, o nazar ile baksa...Veyahut bir sene zarfında birisinden gelen rayiha-i keriheyi, cerbeze ile tayy-i zaman ederek, bir dakika-i vâhidede, o şahs-ı hâzırda sudurunu tasavvur etse acaba, evvelki adam ne derece mustakzer; ikinci adam ne derece müteaffin... Hattâ hayal, gözünü kapasa, vehim dahi burnunu tutsa mağaralarından kaçsalar, akıl onları tevbih etmeğe hakkı olmayacaktır.İşte şu cerbezenin tavr-ı acibi; zaman ve mekânda müteferrik şeyleri toplar, bir yapar. O siyah perde ile herşeyi temaşa der. Hakikaten cerbeze, envaiyle garâibin makinesidir.Görülmüyor mu ki, cerbeze-âlûd bir âşıkın nazarında, umum kâinat, birbirine muhabbet ile müncezib, rakkasane hareket edip gülüşüyor... veyahut, çocuğunun vefatıyla matem tutan bir validenin cerbeze-âlûd me'yusiyeti nazarında umum kâinat, hüzün-engizâne ağlaşıyor. Tuluât)
  • CERBEZE-ÂLÛD

    Cerbezeli. Cerbeze ile olan faaliyet.
  • CERBİYYE

    Uyuz böcekleri.
  • CERCAR

    Yaban maydanozu.
  • CERCER

    (C.: Cerâcir) Kağnı.
  • CERCERE

    Deve sesi.
  • CERCİS

    (A.S.) : (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ Aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir peygamberdir. Yedi sene içersinde tebliğde bulunarak çok işkencelere maruz kalmış, müteaddid defalar öldürülmüş ve mu'cize ile dirilerek tekrar tebliğ vazifesine devam etmiştir. Kendisine düşmanlık eden kavim ateşle helâk edilmiştir. En sonunda yine Cercis Aleyhisselâm şehid edilmiştir.
  • CERD

    Elbisesini çıkarma, elbisesinden soyma, çıplak hâle getirme. * Ot ve ağaç yetişmeyen yer.
  • CERDA

    Mahrum, çıplak. * Tüysüz, dazlak. * Çorak, verimsiz toprak, arazi. * Karıştırılmamış.
  • CERDAHL

    Büyük gövdeli deve. * İnsanların her işine itiraz eden.
  • CERDAK(A)

    (C.: Cerâdik) Yufka ekmeği.
  • CEREA

    (C.: Cere') Ot bitmeyen kumlu yer.
  • CEREB

    Uyuz hastalığı, uyuzluk.
  • CEREB-NAK

    f. Uyuz hastalığına tutulmuş kimse, uyuz kişi.
  • CEREC

    Yüzüğün, parmağa geniş olması. * Taşlı, sert yer. * Muztarib. Iztırab ve acı çeken.
  • CERECE

    Büyük, geniş yol. * Ulu yol.
  • CERED

    Çıplak olma.
  • CERED

    f. Yaralı, mecrûh.
  • CEREF

    Bir kimsenin, kederden dolayı tükrüğünü yutkunup durması.
  • CEREM

    Ayrılmak. * Günâh. Cinâyet. * Hurma toplarken yere düşenleri yemek.
  • CERENFEŞ

    Yanları etli ve büyük olan kişi.
  • CERENG

    f. Kılıç veya topuzun çarpmasından çıkan ses. Zil veya çan sesi.
  • CERES

    Çan. * Zindan, hapis yeri. * Hayvanın boynuna asılan çıngırak.
  • CERES-DAR

    f. Çıngırak taşıyan, çıngıraklı.
  • CEREŞ

    Bir şeyi iri dövme, iri öğütme.
  • CEREVHAK

    İplik yumağı.
  • CEREYÂN

    Akma, akış, gidiş. Hareket. Akıntı. Gezme. Mürûr. Vuku, vâki olma. * Mc: Aynı fikir ve gaye etrafında toplananların meydana getirdikleri faaliyet ve hareket. Bu hareket; dinî, fikrî veya siyasî hareketler gibi birbirlerinden farklı sahalarda olabilir.
  • CEREYÂN-I HEVÂ

    Hava akımı.
  • CEREZ

    Davarın art sinirinde olan bir hastalık.
  • CEREZ (CÜRÜZ)

    Suyu kesik olan. * Otsuz yer.
  • CERF

    Ahzetmek, almak. * Yıkmak, harap etmek. * Yerden bel veya kürekle bir şey atmak.
  • CERGAND

    f. Bumbar dolması denen bir yemek çeşiti. * Işık. Işık konacak yer.
  • CERGE

    f. Bir mevki'de bulunan insan topluluğu.
  • CERH

    Yara. * Baş ve yüzden başka uzuvlardan birisini yaralamak. * Bir kimseye söğmek. Taan etmek. Sözle gönül incitmek. * Birisinin fikrini çürütüp kabul etmemek. * Şahid, yalancı ve fâsık olduğundan dolayı mahkemede hâkimin şâhidin şehâdetini reddetmesi. * Kesb u kâr eylemek. Kazanmak.
  • CERHA

    Yaralı, yaralanmış.
  • CERHETMEK

    Yaralamak. Herhangi bir meseleyi hak ve hakikatle çürütmek. Yanlış veya yalanını bulup hurafe ve bâtıl olduğunu isbât edip herhangi bir kimsenin veya cereyanın fikrini kabul etmemek.
  • CERH-İ AMÛD

    Bir kimseyi her ne ile olursa olsun, haksız olarak kasden yaralamak.
  • CERİ'

    (Cür'et. den) Cesur, yiğit, delikanlı, gözü pek, cesaretli, yılmayan.
  • CERİB

    İmparatorluk zamanında Arabistan ülkelerinde kullanılan takriben 216 litrelik bir hacim ölçüsü. * Dönüm. * Eni ve boyu 60 arşın olan arazi ölçüsü.
  • CERİB

    Uyuz hastalığına tutulan. Uyuz marazına tutulmuş olan. Uyuz.
  • CERİD

    (C.: Cerâyid) Hurma budağı. * Yaprağı dökülmüş olan hurma ağacı.
  • CERİD(E)

    Çorak ve verimsiz yer.
  • CERİDE

    Gazete. * Resmi dâirenin büyük hesablarının kaydedildiği defter.
  • CERİDE

    f. Yalnız, tenhâ.
  • CERİDE-İ HAVÂDİS

    1840'da Çörçil ismindeki bir İngiliz tarafından çıkarılan ilk hususî gazete.
  • CERİH

    (Cerh. den) Mecruh. Yaralanmış, yaralı.
  • CERİHA

    Yara. Çürüklük.