f. Mezar, kabir. türbe. * Donanma geceleri atılan hava fişeği.
DAHMES
Sirke tulumu. * Her nesnenin karası.
DAHN
Fesâd. * Bulanıklık.
DAHNA
Boz renkli.
DAHR
Alçalma. Küçülme. Hor ve hakir olma.
DAHR
Kaplumbağa. * Dağbaşı.
DAHR (DUHUR)
Sürmek. * Irak etmek, uzaklaştırmak. * Horluk.
DAHRECE
(Dıhrâc) Yuvarlamak.
DAHS
Ayağıyla tepinmek.
DAHS
Ön dişler ile ısırmak.
DAHS
Koyunun derisiyle eti arasına yüzmek için elini sokmak. * Fesad, ifsâd.
DAHS
Sözünü fesâhatle açık bir şekilde söylemek.
DAHTEN
f. Bilmek.
DAHUK
Geniş yol.
DAHUL
Geyik tuzağı. * Canavar tuzağı.
DAHÜL
f. Bostan korkuluğu.
DAHV
Zâhir olmak, görünmek.
DAHV
Atmak, ramy.
DAHVE
İlk kuşluk vakti. Güneşin ufukta ilk yükselip yayılmaya başladığı an.
DAHY
(Dahv) Yayıp döşemek. * Deve kuşu yumurtası. (Bak: Udhiy) (968 hicri tarihinde vefat eden Ahter-i Kebir lugatının Müellifi, Kur'an-ı Kerimdeki bu kelimeden dünyanın bir elips şeklinde, deve kuşu yumurtası biçiminde yuvarlak olduğuna âdeta inanmış. Bu gün bilinen bu hakikatı bundan üç asır evvel ifşa etmiştir.) (H. Basri Çantay)
DAHYA'
(C.: Duhâ) Hayız görmez kadın. * Ağaç ismi.
DAHYA'
Rûşen, parlak ve nurlu nesne.
DAHYE
Kuşluk vaktinde kesilen koyun.
DAİ
Dua eden, duacı. * Sebep. * Davet eden. Muktazi. (Meselâ: Yemek yemek, iştihadan gelen bir lezzet, bir iştiyaktır. Onu yemeğe sevk eder. Buna dai denir.) Resul-ü Ekrem'in (A.S.M.) bir ismi de daidir. * Çağıran. Müezzin.
DÂİB
Âdet ve usulünde devam eden. (Bak: De'b)
DÂİBEYN
Âdet ve usulünde devam eden iki şey.
DAİL
Arık, zayıf, küçük hacimli.
DAİL
İçen. Şârib. * Mahvolan. * Zaif.
DAİM
Devam eden. (Daimî, daima, daimen şeklinde de söylenir.)
DAİMA
(Devam. dan) Her vakit, bir düziye, daimî suretde.
Devreden. Dolaşan. Dönen. Bir şeyin etrafını kuşatan. * Belli bir şey hakkında olan. Alâkalı, müteallik.
DAİRE
Resmi hükümet makamlarından her biri. * Yazıhane. * Büyük bir idare adamının makamı. * Ev veya apartman katı. * Bir manevi te'sirin hükmü geçtiği mahal. * Sınır içi. * Büro, büyük ev, konak. * Çember, düz yuvarlak şekil. * Mat: Merkezden aynı uzaklıktaki noktaların çevirdiği düzlük parçası. * Hezimet ve musibet. Beliye-i muhita. * Dönüp dolaşıp meydana gelen hâdise ve inkılâb.
DAİRE-İ ÂFÂK
Ufuklar dairesi. Çok geniş ve büyük dâire, kâinat.
DAİRE-İ EHADİYET
Allah'ın ehadiyetle tecelli ettiği dâire. (Bak: Ehadiyet)
DAİRE-İ ESBAB
Sebepler dâiresi. Sebep ve kanunların bulunduğu yer olan maddi âlem.
DAİRE-İ ESMÂ
Cenab-ı Hakk'ın isimlerinin sahası ve dairesi.
DAİRE-İ İMKÂN
Kâinat. İmkân âlemi. Mükevvenat. Mümkün olan, şartların müsait olduğu âlem. (Daire-i mümkinat da aynı mânada kullanılır.)
DAİRE-İ MÜMKİNAT
(Bak: Daire-i imkân)
DAİRE-İ RESMİYE
Hükûmet dairesi, resmi daire.
DAİRE-İ VÜCUB
Tebeddül ve tagayyür etmeyen ve mümkinat âleminden olmayan âlemler. Esmâ ve Sıfât-ı İlâhiyye gibi. (Bak: Vücub âlemi)
DAİRE-İ VÜCUD
Vücud ve varlık dairesi ve sahası.
DAİREVÎ
Daire şeklinde. Daire gibi.
DAİREZEN
Mehter takımında def çalan.
DAİYAN
(Dâi. C.) Dua edenler, duacılar.
DÂİYE
İnsanı bir şeye candan bağlamağa sürükleyen iç duygusu. * Mücib ve sebep. * Bâis olan husus, vakit ve zamanın bir hâleti. * Arzu, hırs. * Dava. * Bahane.