K Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • KELİL(E)

    Körleşmiş. * Az gören, donuk gören göz. Uzağı veya yakını iyi göremiyen göz. Miyop veya hipermetrop göz. * Kesmez olan âlet. * Çakal. * Yorulmuş kişi, yorgun kimse.
  • KELİM

    Yaralı kimse. * Konuşulan kimse.
  • KELİM

    Kendine söz söylenilen, kendine hitab olunan. * Hz. Musa'nın (A.S.) bir ünvanı. * Söz söyleyen, konuşan. İkinci şahıs. * Yaralı kimse.
  • KELİM

    (Kelime. C.) Kelimeler, kelâmlar, lâkırdılar.
  • KELİMAT

    (Kelime. C.) Kelimeler, kelâmlar, sözler.
  • KELİMAT-I NAHVİYE

    Nahv ilmine âit kelimeler. Cümle teşkilinde mânâya tesir eden harfler ve kelimeler.
  • KELİMAT-I TAKDİRİYYE

    Takdir edici sözler.
  • KELİM-DEST

    f. Olgun kimse.
  • KELİME

    Gr: Mânası olan en küçük söz veya cümlenin yapısını teşkil eden unsurlardan birisidir. Kelime, isim, fiil ve harf olmak üzere dilbilgisinde üç kısma ayrılmıştır. "Bir tek söze" kelime denir.
  • KELİME-İ HAMKA

    Ahmakça söz.
  • KELİME-İ MENHUTE

    Aslı iki kelime olan bir tâbirin bir kelime ile söylenişi: "El Hamdüllilâh" yerine "Hamdele" söylenmesi gibi. "Bismillâh" yerine "Besmele" denmesi gibi.
  • KELİME-İ ŞEHÂDET

    şehâdet ifâdesini hülâsa eden (Eşhedü en Lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluh) cümlesi.
  • KELİME-İ TAYYİBE

    Allah ve Resulullah kelâmı. Dua, niyaz ve salâvatlar gibi kelâmlar. Meselâ (Sübhânallah velhamdülillah ve Lâilâhe illâllah vallahü Ekber) kelime-i tayyibedir.
  • KELİME-İ TEVHİD

    Tevhid-i İlahîyi ifade eden "Lâilahe illallah Muhammedür Resulullah" cümle-i kudsiyesidir. (Bak: Tevhid)(Bütün esmâ-i hüsnânın ifâde ettiği mânalar ile bütün sıfât-ı kemaliyeye, Lâfza-i Celâl olan "Allah" bil'iltizam delâlet eder. Sair ism-i haslar yalnız müsemmâlarına delâlet eder. Sıfatlara delâletleri yoktur. Çünki sıfatlar müsemmâlarına cüz olmadığı gibi aralarında lüzum-u beyyin de yoktur. Bu itibarla ne tazammunen ve ne iltizamen sıfatlara delâletleri yoktur. Amma Lâfza-i Celâl bil'mutâbakat Zât-ı Akdese delâlet eder. Zât-ı Akdes ile sıfât-ı kemaliyye arasında lüzum-u beyyin olduğundan, sıfatlara da bil'iltizam delâlet eder. Ve keza, Uluhiyet ünvanı sıfât-ı kemaliyeyi istilzam etmesi ism-i has olan "Allah"ın da o sıfâtı istilzam ettiğini istilzam ediyor. Ve keza, "Allah" kelimesi de, nefiyden sonra sıfatlar ile beraber düşünülür. Binaenaleyh "Lâilâhe illâllah" kelâmı, esmâ-i hüsnânın adedince kelâmları tazammun ediyor. Bu itibarla, şu kelime-i tevhid kelâmı, delâlet ettiği sıfatlar itibariyle bin kelâm iken bir kelâm oluyor. "Lâ Hâlika İllallah", "Lâ Fâtıra, Lâ Râzıka, Lâ Kayyume İllâllah" gibi... Binaenaleyh, terakki etmiş olan zâkir bir zât, bu kelâmı söylerken içindeki binlerce kelâmları söylemiş oluyor. M.N.)
  • KELİMULLAH

    Cenab-ı Hakk'ın hitab eylediği zat (meâlindedir). Hazret-i Musa'nın (A.S.) bir ünvanıdır. Çünkü O, Tur-u Sina'da Cenab-ı Hakk'ın kelâmını, hitabını duymak mazhariyetine erişmiştir. * Resul-i Ekrem (A.S.M.) mi'rac-ı şerifinde Cenab-ı Hak ile tekellüme mazhar olduğundan bir ismi de Kelimullah'tır.
  • KELİNG

    f. Şaşı.
  • KELK

    f. Koltuk (insanda).
  • KELKÂHYA

    Mc: Vazifesi olmayan şeylerle alâkadar olan. Her şeye karışan.
  • KELKEL (KELKÂL)

    (C.: Kelâkil) Göğüs, sadr.
  • KELL

    (C.: Külul) Ağırlık. * Yorgunluk. * Ufak taneli yağmur. * Yetim. * Semizlik, besililik. * Cibinlik dedikleri ince örtü.
  • KELLA

    Geminin durup demirlediği yer.
  • KELLÂ

    Öyle değil. Aslâ.
  • KELLAB

    İt tutan kimse. Köpeğe av tâlim eden kimse.
  • KELLE

    f. Kafa, baş. * Ekinlerde başak. * Baş gibi yuvarlak olan nesne.
  • KELLEPUŞ

    f. Başa giyilen şey. * Bir cins başörtüsü.
  • KELLİT (KİLLİT)

    Sırtlanın yataklandığı inin ağzını kapattıkları taş.
  • KELLUB

    (C.: Kelâlib) Kerpeten. * Çengel.
  • KELM

    (C.: Külum-Kilâm) Cerâhat.
  • KELS

    Hamle etmek. Cür'et etmek.
  • KELSEME

    Cem'olmak, toplanmak.
  • KELT

    Ahmaklık. * Toplamak.
  • KELUL (KELÂL-KELÂLE)

    Kütelip kesmez olmak. * Göz nuru zayıf olmak. * Çocuğu ve anası olmayan şahıs.
  • KELZ

    Cem'etmek, toplamak.
  • KEM

    f. Az, noksan, eksik. * Kötü. Fenâ. Ayarı bozuk. * Fakir, hakir.
  • KEM

    Gr: Ne kadar? Kaç? (Mikdar için soru ifâdesinde kullanılır.) (Farsçada: Çend)
  • KEM GÖZ

    Kötü niyetle bakan göz.
  • KEMÂ

    (Ke ile Mâ edatlarından mürekkebdir) "Gibi" mânâsına gelir.
  • KEMÂ BİŞ

    f. Aşağı yukarı. Takriben.
  • KEMÂ Fİ-L-EVVEL

    Evvelki gibi.
  • KEMÂ Fİ-S-SÂBIK

    Eskisi gibi.
  • KEMÂ HİYE

    (Kemâ hüve) Onun gibi, nitekim, olduğu gibi.
  • KEMÂ HİYE HAKKUHÂ

    Gereği gibi.
  • KEMÂ HÜVE-L-MUTAD

    Mutad olduğu ve alışıldığı üzere.
  • KEMÂ KÂNE

    Eskiden olduğu gibi, eski tarzda.
  • KEMÂ KÂNE Fİ-S-SÂBIK

    Eskisi gibi, eskisindeki gibi.
  • KEMA YENBAGÎ

    İcabettiği gibi, uygun olduğu üzere, lâyıkı gibi.
  • KEMÂ-HÜVE

    (Bak: Kemâ hiye)
  • KEMAİN

    (Kemin. C.) Pusuya gizlenmiş adamlar.
  • KEMAKL

    (Kem-akl) Aklı kıt. Ahmak, ebleh.
  • KEMAL

    Kâmillik, olgunluk. Olgunlaşma. Erginlik. Bütün güzel sıfatlarla muttasıf olmak. Fazilet. * Değer, baha. * Fazlalık. * Sıdk ile yapılan güzel iş.