Yorgunluk. Bitkinlik. Usanç. * Göz nuru zayıf olmak, yorgun olmak.
KELÂL-ÂVER
f. Yorgunluk ve bıkkınlık veren. Sıkıcı, yorucu.
KELÂL-BAHŞ
f. Sıkıcı, yorucu. Yorgunluk getiren.
KELÂLET
Yorgunluk. Bitkinlik. Usançlık. * Bıçak ve kılıç gibi şeylerin kesmez olması. * Akrabalığı uzak olanlar. (Amcazâdeler topluluğu gibi). * Kör ve kesmez olan.
KELÂL-İ DİL
Gönül yorgunluğu.
KELÂLİB
(Küllâb. C.) Çengeller, kancalar, uçları eğri olan demirler.
KELÂM
Söz. Bir mânayı ifâde eden, bir maksadı anlatan ifâde. * Allah'a mahsus bir sıfat. * Fık: Allah (C.C.) Kelâm sıfatını da hâizdir. Onun kelâmı harften ve savttan (sesden) münezzehtir, ezelidir, ebedidir. * Ist: Hikmet ve mantık esaslarıyla Allah'ın (C.C.) varlığı, birliği, İslâmiyetin doğruluğu ve hakkaniyetinden bahseden ilim. (Bak: İlm-i kelâm ve Kelâmullâh)
KELÂM-I AHSAR
En kısa ve veciz söz.
KELÂM-I KADİM
Kur'an-ı Kerim, Kadim kelâm.
KELÂM-I KİBÂR
Büyük, akıllı, veli ve meşhur zâtların güzel, veciz ve çok kıymetdâr olan sözleri ve kelâmı.
KELÂM-I MAHREM
Gizli kelâm. Mahrem söz.
KELÂM-I MENSUR
Nesir söz.
KELÂM-I MUDARÎ
Arab kabilelerinden Mudar Kabilesinin konuştuğu Arapça. Kur'an-ı Kerim bu lehçe üzerine nâzil olmuştur. En fasih Arapça'dır.
KELÂM-I NEFSÎ
Cenab-ı Hakk'ın lâfz, harf ve ses olmayan zâtî kelâmı. İçten konuşma.
KELÂM-I RESUL
Hadis. Peygamberimizin sözü.
KELÂM-I TÜND
f. Sert söz.
KELÂMIN KUYUDAT VE KEYFİYATI
Kelâmın küllünü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla, bunların sarf ve nahiv yönünden hususiyetleri. Meselâ: Müzekkerlik - müenneslik, mârifelik - nekrelik, mübtedâ - haber, sıfat - mevsuf gibi.
Allah kelâmı, Kur'ân-ı Kerim. (Bak: Kur'ân)(Kur'ân başka kelâmlarla kabil-i kıyas olamaz. Çünkü, kelâmın tabakaları, ulviyet ve kuvvet ve hüsn-ü cemâl cihetinden dört menbaı var. Biri mütekellim, biri muhâtab, biri maksad, biri makamdır. Ediblerin yanlış olarak, yalnız makam gösterdikleri gibi değildir. Öyle ise, sözde "Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?" ise bak. Yalnız söze bakıp durma.Madem kelâm kuvvetini, hüsnünü bu dört menba'dan alır. Kur'ânın menbaına dikkat edilse, Kur'ân'ın derece-i belagatı, ulviyet ve hüsnü anlaşılır. Evet, madem kelâm mütekellime bakıyor; eğer o kelâm emir ve nehiy ise; mütekellimin derecesine göre irâde ve kudreti de tazammun eder. O vakit söz mukavemetsûz olur, maddi elektrik gibi te'sir eder. Kelâmın ulviyet ve kuvveti o nisbette tezâyüd eder. S.)
KELAN
f. İri, cüsseli, büyük. Heybetli.* Geniş, enli. * Baş.
KELÂNÎ
(Kilâet. den) Sakladı ve beni muhafaza etti veya eder, (meâlinde).
KELANTER
f. Çok iri. Daha büyük.
KELASENG
f. Sapan.
KELAVE
İpek veya iplik saracak çark.
KELB
(C.: Ekâlib-Eklüb-Kilâb) Köpek, it. * Meşhur bir yıldız. * İki adım arasına koyarak dikilen kayış. * Yolcuların, yük üstünde azıklarını astıkları demir çengel. * Şiddet. * Hırs.
KELBETAN
f. Kerpeten.
KELBÎ
Köpeğe ait, köpekle alâkalı. Köpek cinsinden olan ve köpeğe müteallik.
KELB-İ AKUR
Azgın, saldırgan köpek.
KELBİYYUN
Kalenderane yaşamayı alışkanlık haline getiren meşhur Diyojenin de içinde bulunduğu bir fırka. Bunlara Kelbiye tâifesi veya Melâmiyyun da denir.
KELB-ÜL MÂ'
f. Köpek balığı. * Kunduz.
KELCE
Kile, mikyâl.
KELDE
(C.: Külud) Bir parça kaba yer.
KELE
f. Yanak.
KELE'
Ayakta olan yarıklar. * Kir.
KELEB
(C.: Kelâlib) İt sürüsü. * İncitip eza etmek.
KELEBÇE
Yakalanan suçluların iki bileğine birden takılan demir halka. Demir bilezik.
KELEF
Yüzdeki benek. * şiddetli sevgi.
KELENDİ
Bir para. * Sağlam ve sert yer.
KELEPÇE
(Bak: Kelebçe)
KELEPİR
Çok ucuz ele geçen. Zahmetsiz, ücretsiz. * Üvey evlât. Evlâtlık.
KELFA
Yüzünde çiğitli olan kadın. (Müz: Eklef)
KELH
Söğüt ağacına benzer, uzunca, dik bir ot. (İçi kamış gibi boş ve gâyet hafif olur; ondan hasıl olan zamka "eşk" derler, kokusu cündübâdester kokusu gibi olur, tadı acıdır.)