Denklik. Denk olmak. Beraberlik. Bir şeye yeterlik. Küfüv oluş. * Fık: Evlenen erkeğin, alacağı kadına neseb, diyanet, hürriyet ve mal hususlarında müsâvi ve daha üstün olması hususu. (Bunun en mühimmi de diyânet noktasındadır.)
KEFAF
Ancak yaşayabilecek kadar olan rızık. * Misil, miktar. * Berâberlik.
KEFAF-I NEFS
Bir kimsenin ölmeyecek kadar olan nafakası.KEFALET : Kefillik. Bir kimse kendine âid bir işi yapamadığı veya borcunu ödeyemediği takdirde, yerine onun işini göreceğini kabul etmek. * Birine kefil olmak. İşini üzerine almak.
KEFALET-BİT-TESLİM
Bir malın teslimine kefil olma.
KEFALETEN
Kefil olarak. Kefillik suretiyle.
KEFALET-İ BİL-MAL
Fık: Bir mal için kefil olma.
KEFALET-İ BİNNEFS
Birinin şahsına kefil olma.
KEFALET-İ MUTLAKA
Huk: Bir kayıt ile bağlı olmıyan kefalet.
KEFALET-İ MUVAKKATA
Geçici bir zaman için kefil olma.
KEFALET-İ NAKDİYE
Bir hususu te'min için depozite yatırmak suretiyle kefil olma.
KEFALETNAME
f. Kefillik kâğıdı, kefalet senedi.
KEFARET
(Bak: Keffaret)
KEFC
f. Ağızdan gelen köpük.
KEFÇE
f. Kepçe.
KEFE
(Keffe) Terazinin bir gözü.
KEFEF
(Keffe. C.) Kefeler. Terazinin tablaları.
KEFEL
Dip, ard, kıç.
KEFENBEDUŞ
(Kefenberduş) f. Kefeni sırtında. Ölümü göze almış.
KEFENPUŞ
f. Kefene sarılmış. Kefenlenmiş.
KEFERE
(Kâfir. C.) Kâfirler.
KEFEŞ
(Bak: Kafş)
KEFETEYN
Terâzinin iki tarafı.
KEFF
Vaz geçme, el çekme, çekinmek, men'etme, imtinâ etmek, sâkit olmak. * Avuç, el, avuç içi. * Nimet.
KEFFARET
(Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç. * Günahtan arınma.
KEFFARET-İ HALK
Hac için ihrama girip de bir özre mebni saçlarını vaktinden evvel traş ettiren kimsenin tutacağı üç günlük oruçtan ibârettir.
KEFFARET-İ KATL
Bir müslümanı veya bir zımmiyi amden değil de bir hata neticesi olarak öldüren bir müslümana lâzım gelen keffârettir ki; muktedir ise, bir mü'min köle âzad etmekten; buna muktedir değilse, iki ay muttasıl oruç tutmaktan ibârettir.
KEFFARET-İ SAVM
Ramazan-ı Şerifte özürü bulunmaksızın muayyen şartlar dâhilinde orucunu bozan bir mükellefin, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azâd etmesinden; buna muktedir değilse, iki ay muttasıl oruç tutmasından; buna da muktedir değilse, altmış fakire yemek yedirmesinden ibârettir.
KEFFARET-İ YEMİN
Yaptığı bir yemine sadık kalmayıp bozan bir müslümana lâzım gelen keffâret demektir ki: Muktedir ise, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azad etmekten; muktedir değil ise, on fakiri akşamlı sabahlı doyurmaktan veya on fakire birer parça libas giydirmekten; bu üç şeyden birine muktedir olamayana da üç gün muttasıl oruç tutmaktan ibârettir.
KEFFARET-İ ZIHAR
Zıhar keffareti.Keffâret-i zıharın vâcib olmasının şartı kudrettir. Muktedir olan, köle azad eder; değilse iki ay oruç tutar, buna da gücü yetmezse altmış fakire yemek verir. (Bak: Zıhâr)
KEFFARET-ÜZ ZÜNUB
Günahların keffareti. Mü'min insanların çeşitli hastalık ve musibetlerine denir. Çünkü günahlarından afvına vesile olabilir. (Huk. İslâmiye ve Ist. Fık. K.)
KEFFE
(C.: Kifef) Terazi kefesi. * Her yuvarlak cisim. * (C.: Ükef) El ayası.
KEFF-İ YED
El çekme. Karışmama.
KEFGİR
f. Köpük tutan. * Kevgir, delikli kap.
KEFH
Karşı karşıya savaşma.
KEFİ
Nazir, misil, benzer, denk, eş.
KEFİL
(Kefâlet. den) Birisinin bir borcu ifâsı lâzım gelirken, ifâ etmediği takdirde, o borcu ifâyı kendi üzerine alan kimse. Kefâlet eden kimse.
KEFİL Bİ-T-TESLİM
Bir malın teslimine kefil olan kimse.
KEFİT
Seri yürüyüş, hızlı yürüyüş. * Kuvvet.
KEFİYE
Başa sarılan ve omuzların üzerine kadar gelen, uçları püsküllü ince ipek örtülü kumaş.