Her ikisi, her iki (mânalarında olup dâima izâfet olur).
KİLÂ'
Saklamak, korumak.
KİLÂB
(Kelb. C.) Köpekler.
KİLÂB-I EHLİYE
Ehlî köpekler. Ev, çoban ve av köpekleri.
KİLAET
Korumak. Gözlemek. Muhafaza.
KİLAR
f. Kiler.
KİLAZ
Bodur, tıknaz kimse.
KİLE
(C.: Kilel) İnce tülbendden yapılan cibinlik.
KİLE
40 litrelik hububat ölçüsü. Eski bir ağırlık ölçüsü.
KİLECE
(C.: Kilecât-Keyalic) Arpa. * Kile, mikyal.
KİLEM
(Kelime. C.) Kelimeler, kelâmlar, sözler.
KİLER
Erzak koymağa mahsus dolap. Yiyecek, içecek şeyler koyulan mahzen, anbar veya oda. (Bak: Kilar)
KİLİSA
f. Kilise.
KİLİSE
Hıristiyanların mâbedi. Hıristiyan mezhebi.
KİLK
f. Kalem. Kamış kalem. * Kamıştan ok.
KİLLE
Kesmez olmak. * Yorulmak. Müsterâh.
KİLS
Kireç, kireçtaşı.
KİLSÎ
Kireçtaşı yapısında olan.
KİLTE
Deste, demet.
KİLVAZ
Tevrat'ın mukaddes sandığı.
KİLYE
Böbrek.
KİLYETEYN
İki böbrek.
KİLYEVÎ
Böbrek şeklinde olan. Böbrekle ilgili.
KİMAD
Sıcak bez ile âzâyı kızdırmak.
KİMAM
(Kimm. C.) Tomurcuklar. * Hayvan ağızlığı. Boyunduruk.
KİMN
Saman.
KİMYA
Basit cisimlerin hususiyetlerini, bu cisimlerin birbirlerine olan tesirlerini ve bundan ileri gelen birleşmeyi inceleyen ilim. Basit maddelerdeki değişikliği anlamağa çalışan ilim kolu. * Edb: Aşk. * İlâç. * Tas: Mevcud olana kanaat ve elde edilmesi mümkün olmayana ait arzuyu terk etmek.
KİMYAGER
Kimyacı.
KİMYA-YI AVAM
Dünyanın kıymetsiz ve fâni olan şeylerini âhiret metalarına feda etmek.
KİMYA-YI HAVAS
Kendinden geçip Allaha tam teslim olmak ve dönmek.
KİMYA-YI SAADET
Rezaletlerden sakınıp nefsi tehzib ve tezkiye ve faziletleri kazanmak sureti ile nefsi tahliye etmek, süslemek, tezyin etmek. * İmâm-ı Gazalinin bir eserinin ismi.
KİMYEVÎ
Kimyâ ile alâkalı
KİN
f. Gizli düşmanlık. Garaz. Buğz. Adâvet.
KİNAİYYAT
(Kinâye. C.) Temsillerle anlatılan imalı ve dokunaklı sözler.(Mâlumdur ki, fenn-i belagatta bir lâfzın, bir kelâmın mânâ-yı hakikisi, başka bir maksud mânaya sırf bir âlet-i mülahaza olsa, ona "lâfz-ı kinâi" denilir. Ve "kinâi" tabir edilen bir kelâmın mânâ-yı aslisi, medar-ı sıdk ve kizb değildir. belki kinâi mânasıdır ki, medar-ı sıdk ve kizb olur. Eğer o kinâi mâna doğru ise; o kelâm, sadıktır. Mâna-yı asli kâzib dahi olsa sıdkını bozmaz. Eğer mâna-yı kinâi, doğru değilse, mâna-yı aslisi doğru olsa, o kelâm kâzibdir. Meselâ: Kinâi misâllerinden: (filânun tavil-ün-necad) denilir. Yâni: "Kılıcının kayışı, bendi uzundur." Şu kelâm, o adamın kametinin uzunluğuna kinayedir. Eğer o adam uzun ise, kılıncı ve kayışı ve bendi olmasa da,yine bu kelâm sâdıktır, doğrudur. Eğer o adamın boyu uzun olmazsa; çendan, uzun bir kılıncı ve uzun bir kayışı ve uzun bir bendi bulunsa, yine bu kelâm kâzibdir. Çünki, mâna-yı aslisi maksud değil. S.)
KİNAN
(C.: Eknan-Ekinne) Perde, örtü.
KİNANE
(C.: Kenâin) Okluk, sadak, ok kuburu.
KİNAS
(C.: Künüs) Geyik yatağı.
KİNAYE
Dolayısı ile dokunaklı söz. Maksadı dolayısı ile anlatan söz. Üstü örtülü dokunaklı söz. Açıktan olmayıp hakiki mânâyı başka ifâde ile dokunaklı konuşmak.
KİNCER
f. Büyük fil.
KİNCER
f. Büyük fil.
KİNDAR
f. Kin tutan. İçinde kin ve garez besliyen. Öc ve intikam almağa düşkün.