(C.: Muhakemât) (Hüküm. den) Dava için iki tarafın mahkemeye baş vurması. * İki tarafın mahkemeye baş vurması. * İki tarafı dinleyip hüküm vermek. * Düşünmek. * Zihinde inceleme yapmak. * Karar vermek için iyice düşünmek.
MUHAKEME-İ GIYABİYE
Dâvâcılardan biri veya her ikisi de bulunmadıkları hâlde mahkemece verilen karar.
MUHAKÎ
Benzeyen, benzer olan.
MUHAKKA
Çekişme. * Hak iddia etme.
MUHAKKAK(A)
(Hakk. dan) Hakikatı ve gerçeği belli olmuş. Tahkik edilmiş. Doğru. * Mutlaka ne olursa olsun.
MUHAKKAR
Hakir görülen. Hakarete uğramış.
MUHAKKİK
Hakikatı araştırıp bulan. İç yüzüne inceliyerek vakıf olan. * Hakikat âlimi. Hakikatlara hakkı ile vakıf ve ehl-i tahkik olan büyük İslâm âlimi.
MUHAKKİKANE
f. Gerçeği ve hakikatı araştıran bir kimseye yakışır surette. Muhakkik olan bir insana yakışacak şekilde.
MUHAKKİKÎN
Hakikatı bulup meydana çıkaranlar. * İç yüzünü araştırıp bulan büyük İslâm âlimleri ve velileri. Hakikat araştıran, hak âlimleri.
MUHAKKİR
Hakir gören, zelil ve hor gören.
MUHAKKİRÂNE
f. Tahkir edercesine. Hakarette bulunurcasına.
MUHAL
İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye.
MUHALAA
(Muhâlaat) Birbirlerinden resmen ayrılma (karı-koca.)
MUHALAT
(Muhal. C.) Mümkün olmayanlar. Muhaller. Muhal ve bâtıl olan şeyler.
MUHALATA
(Halt. dan) Karışma, güzel uyuşma, anlaşma.
MUHALATÂT
Güzel anlaşmalar, karışmalar, uyuşmalar.
MUHALE
Dostluk, sadâkat.
MUHALEBE
Beraberce süt sağmak.
MUHALEFET
Kabulsüzlük. Karşı durma. Uyuşmazlık. Zıt gitmek. Zıddiyet. Muvafık olmamak.
MUHALEFET-ÜN Lİ-L HAVADİS
Cenab-ı Hakk'ın ne zâtında ne sıfâtında (mevcud olsun, mevhum olsun, muhayyel olsun), hiç bir şeye hiç bir cihette benzememesi.
MUHALESE
Bir şeyi alıp kaçmak.
MUHALESET
(Hulus. dan) Birbirlerine iyi muamele etme. Birbirleriyle dostça geçinme.
MUHALHİL
Havayı hafifleten.
MUHAL-İ ÂDİ
Herkesin anlayabileceği imkânsızlık ve muhal. Az düşünenlerin de bilebileceği, mümkün olmayan iş.
MUHALİB
Süt sağan. * Devrin hayır ve şerli işlerini tecrübe eden.
MUHALİF
Uymayan. Birbirine benzemiyen. Birbirine zıt olan. * Başka şekilde düşünen. * Karşı duran.
MUHALİF
Yardımcı.
MUHALİFÎN
Muhalif olanlar. Muhalifler.
MUHALLA
Süslenmiş. Süs yapılmış.
MUHALLA
Tahliye olunmuş. Boşaltılmış. * Serbest bırakılmış.
MUHALLAK
Tıraş olmuş. * Hacıların Mina'da tıraş oldukları yer.
MUHALLASA
Mevruz otu denilen bir nevi ot.
MUHALLEB
Nakışı ve güzelliği çok olan elbise. * Cam. * Aldanmış.
MUHALLED
(Huld. dan) Ebedî. Dâimî. Bâki. Sürekli olarak kalan.
MUHALLEDAT
(Muhalled. C.) Dâimî olarak kalacak şeyler. * şâheserler.
MUHALLEDÎN
(Muhalled. C.) Sürekli ve dâimî olarak kalan şeyler.
MUHALLEDÛN
Bâki ve dâimî olanlar. * Dâimî surette Cennet'te kalacak olanlar.
MUHALLEF
Bir ölünün bıraktığı mal. * Geride kalan.
MUHALLEFAT
(Muhallefe. C.) Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler. Metrukât.
MUHALLEFE
Ölen bir adamın dul kalan karısı.
MUHALLES
Kurtarılmış. Tahlis olunmuş.
MUHALLIK
Tıraş eden. * Tıraş olan.
MUHALLÎ
Boşaltan. Tahliye eden.
MUHALLÎ
Süslendiren, yaldızlayan.
MUHALLİD
(Huld. den) Ebedîleştiren. Devamlı, sürekli ve ebedî kılan.
MUHALLİL
(Hall. den) Eriten. Analiz yapan, tahlil eden. * Fık: Üç talakla boşanan ve iddetini bitiren bir kadınla evlenen erkek. (Karıyı boşayan birinci kocaya: Muhallelün leh denir.) * Tıb: Şişlere, iltihablara yarıyan ilaç.
MUHALLİM
Halim selim eden. Yavaş kılan. (Öfkeli birisini) yumuşatan.
MUHALLİS
(Halâs. dan) Kurtaran, halâs kılan, tahlis eden.
MUHALLİT
(Halt. dan) Karıştıran, tahlit eden.
MUHALÜN ALEYH
Fık: Havaleyi ödeyecek kimse. Üzerine havale yapılan şahıs.