Kesilen yer, kat'edilen yer, kesinti yeri. * Uzun bir cismin enliğine kesildiği yerin görünüşü. * Edb: Her manzumenin, hususen gazellerin ve kasidelerin ilk beytine matla', son beytine makta' denir; makta'da şâirin ismi bulunur.
MAKTAA
Eskiden üzerinde kamış kalemin ucu kesilerek düzeltilen kemikten veyâ mâdenden yapılmış âlet.
MAKTANE
Pamuk tarlası.
MAKTAR
Damla, katre.
MAKTEL
Birinin öldürüldüğü yer. Bir katlin yapıldığı yer.
MAKTEM
Tozlu yer.
MAKTU'
(Maktua) (C.: Makati') Kesilmiş, kat olunmuş. * Pazarlıksız, değeri ve pahası biçilmiş. * Götürü.
MAKTUAN
Götürü olarak, toptan.
MAKTUL
Öldürülmüş, katledilmiş olan.
MAKTULEN
Öldürülerek, katledilerek.
MAKTULÎN
(Maktul. C.) Öldürülmüş insanlar. Vurulmuş veya katledilmiş kimseler.
MAKTUR
Katranlı. Katran sürülmüş.
MA'KUD
(U, uzun okunur) Akdolunmuş, bağlanmış, düğümlü, bağlı.
(Ma'kul. C.) Aklın uygun bulduğu, ancak akıl ile bilinir ve nakle müstenid olmayan meseleler ve ilimler. (Bak: Akliyat)
MAKULE
Takım, çeşit. Kategori.
MA'KULE
Diyet.
MA'KULİYET
Akla uygunluk, mantıki oluş. * Menkul olmayış.
MA'KUL-ÜL-MA'NA
Bir sebebe, illete ve maslahata dayanan şer'i mesele. (Fakat, hakiki sebeb ise emr-i İlâhidir.) Bir hikmete ve bir maslahata binâen tercih edilmiş veya o hükmün teşriine müreccih olmuş olan şer'i mes'ele. (Bak: Taabbüdi)
MA'KUM
Kapalı.
MA'KUS(E)
Tersine dönmüş, aksetmiş, başaşağı çevrilmiş, zıddı. * Uğursuz.
MA'KUSEN
Ters olarak, aksine, zıddına olarak.
MA'KUSEN MÜTENASİB
Mat: Tersine olan müvâzene. Yâni, birbirine nisbet edilen iki şeyden, biri çoğaldığı oranda diğerinin eksilmesi veya birinin azaldığı nisbetinde diğerinin çoğalması. Ters orantılı.
MA'KUSİYET
Terslik, zıdlık, aksilik.
MAKV
Cilâ yapmak. * Yıkamak. * Saklamak.
MAKYA
Kusmak. * Kusma yeri.
MAKYE
Duracak yer, konak yeri.
MAKZABA
Yonca ekilen yer.
MAKZÎ
Kaza olunmuş, ödenmiş, te'diye olunmuş olan. Ümid edildiği üzere tamam ve ikmâl edici olan. Ödeyici. Sâhib-i mucib ve muris. * Fık: Kendi irade ve kesbimizin neticesi olmak üzere Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) yaratıp vücuda getirdiği bazı şeyler vardır ki, bunlar Allah'ın rızasına muhalif olduğundan, bunları irtikâb etmesi caiz değildir. Bu usul-ü kaideye, "makzî" denilmektedir.
Fık: Bir kimsenin tasarrufunda bulunan kıymetli, lüzumlu şey. (Varlık, servet, para, ticaret eşyası gibi.)
MAL
f. "Süren, sürülen, sarılan, takılan" anlamlarıyla terkibler yapılmada kullanılır. (Meselâ: Pâymal: Ayak altında çiğnenen)
MA'L
Evmek, acele etmek, tez tez gitmek. * Alıp kaçmak.
MAL MÜDÜRÜ
Kazâ mâliye memuru.
MALAK
Manda yavrusu. Buzağı.
MALAKELAM
Diyecek yok. Söz götürmez.
MALAMAL
Çok dolu, lebâleb, ağzına kadar dolu.
MALANİHAYE
Sonsuz, nihâyetsiz. Uçsuz bucaksız.
MALARYA
ing. Sıtma.
MA'LAT
(C.: Maâli) Derin ve yüksek fikir. * Ululuk, şeref, itibar.
MALAYA'Nİ
(Mâlâyâni) Mânasız, faydasız, boş söz.(Elbette en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyani şeylerle ömrünü telef etmesin. Kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin. Selâmetle kabir kapısını açıp saâdet-i ebediyeye girsin. M.)