Birden yağan sağanaklı yağmur. * Hiddetli ve şiddetli olan. * Şiddetli güneş harareti.
ŞÜCA'
(Şec'a - Şica') Yiğit, cesur, bahadır. Şecaatli.
ŞÜCEA'
(Şeci'. C.) Yiğitler, cesurlar.
ŞÜCEYRE
Çalı, ufak ağaç.
ŞÜCNE
Sıklığından birbirine girmiş ağaçların damarları.
ŞÜCUB
Ev içinde olan direk.
ŞÜCUN
Ağaç dalları. * Füruât, teferruat.
ŞÜCUR
Muhtelif ve çeşitli olmak.
ŞÜD
f. Geçti, gitti; gidiş, gitme. Oldu, olma. Amed şüd $ : Geldi gitti.
ŞÜDUN
Kavi ve kuvvetli olmak. * Terbiyeden müstağni olmak.
ŞÜF'A
Bir malı müşteriye, mal olduğu fiata satmak. * Huk: Satılmakta olan bir yerde hissesi bulunan veya oraya bitişik komşu olanın satılan şeyi almakta birinci derecede hakkı olması. Şüf'a sahibi kendinden habersiz satılan şeyi, dava ederse, bedelini ödeyerek müşteriden geri alabilir. (H.L.)
ŞÜFAFE
Kap dibinde kalan su.
ŞÜFEA'
(Şefi'. C.) Şefaatçiler. Şefaat edenler, bir suçun bağışlanması için aracılık yapanlar.
ŞÜFR
(C.: Eşfâr) Kirpiğin bittiği yer. * Her şeyin kenarı.
ŞÜFRE (ŞEFRE)
(C.: Eşfâr) Yassı büyük bıçak. * Gön ve sahtiyan kestikleri bıçkı. * Kılıç ağızı. * Kirpik biten yer.
ŞÜFUF
Zayıf olmak.
ŞÜFUN
Göz ucuyla bakmak.
ŞÜGUR
Yükseltmek. * Hâli etmek, boşaltmak.
ŞÜGÜL
(C.: Eşgâl) Meşgul ve gafil olmak. Gaflette bulunmak.
ŞÜHBE
Siyaha galip olan beyazlık.
ŞÜHEDA
(şâhid ve şehid. C.) şâhidler. * şehidler. (Bak: şehid)
Keşfe ve görmeğe dair. Görünebilir olana ait ve mensub. (Ehl-i şuhud dediğimizden maksad Evliyâullahtır. Zira velâyet sâhibi, avâmın itikad ettiği şeyleri gözle müşahede ediyor. M.N.)
ŞÜHUR
(şehr. C.) Aylar. 30 günlük müddetler.
ŞÜHUR-U SELÂSE
Arabî üç aylar. Receb, Şaban ve Ramazan ayları.
ŞÜHUS
Yüksek olmak. * Bir yerden bir yere gitmek. * Gözünü bir yere dikip hareket ettirmeden ve kapağını açıp yummadan durmak. * Bir hâdisenin meydana gelmesinden dolayı acı çekip kararsız olmak.
ŞÜHÜB
(Şihâb. C.) Kıvılcımlar.
ŞÜKAF
(Bak: şikâf)
ŞÜKARA
Sütlü deve. * Sütlü koyun.
ŞÜKAT
(şâki. C.) şikâyet edenler, şikâyetçiler.
ŞÜKLE
Gözün ağındaki kırmızılık.
ŞÜKM
Ücret, ivaz. Cezâ. Karşılık. Amelin ücreti.
ŞÜKR
(Şükür) Allah'ın (C. C.) nimetlerine karşı memnunluk göstermek. Allah'a teşekkür. (Bak: Ni'met)(Kalb ile, dil ile ve sâir beden azâlarıyla olur. Nimet verene muhabbet etmek ve itaat etmek de şükürdendir. Şükür eden, her nimeti Allahın râzı olduğu yere sarfeder. Şükür; Allah'ın, kullarının iyi amellerine mükâfat veya mücazat vermesidir. Sebeplerin envaı cihetinden şükür hamdden daha umumidir. Taalluk cihetinden hususidir. Hamd, taalluk cihetinden daha umumi, esbab cihetinden daha hususidir.)(Kur'an-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat gösteriyor, öyle de Kur'an-ı Kebir olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür. Çünkü kâinata dikkat edilse görünüyor ki, kâinatın teşkilâtı şükrü intac edecek bir surette her bir şey bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi şükürdür... Görüyoruz ki her şey nasıl ki rızkın etrafında toplanmış, ona bakıyor; öyle de rızık dahi bütün envaiyle mânen ve maddeten, hâlen ve kalen şükür ile kaimdir; şükür ile oluyor; şükrü yetiştiriyor, şükrü gösteriyor. Çünkü rızka iştiha ve iştiyak, bir nevi şükr-ü fıtrîdir. Ve telezzüz ve zevk dahi gayr-i şuuri bir şükürdür ki bütün hayvanatta bu şükür vardır. Yalnız insan dalâlet ve küfür ile o fıtrî şükrün mahiyetini değiştiriyor, şükürden şirke gidiyor... Şükrün mikyası: Kanaattir ve iktisattır ve rızâdır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizânı; hırstır ve isrâftır, hürmetsizliktir. Haram helâl demeyip rast geleni yemektir. Evet hırs şükürsüzlük olduğu gibi hem sebeb-i mahrumiyettir, hem vasıta-i zillettir... Hem şükrün envaı var. O nevilerin en câmii ve fihriste-i umumiyesi namazdır. M.)
ŞÜKRAN
İyilik bilmek. Minnettarlık. Şükretme hâli.
ŞÜKRANİYET
Şükranlık.
ŞÜKRGÜZAR
f. İyilik bilen, teşekkür eden.
ŞÜKR-Ü KÜLLÎ
Umumi nimetler için yapılan şükür.(Eğer desen: "Şu küllî hadsiz ni'metlere karşı, nasıl şu mahdut ve cüz'î şükrümle mukabele edebilirim?"Elcevab: Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikad ile... Meselâ nasılki, bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile, bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: "Benim hediyem hiçtir, ne yapayım. " Birden der: "Ey seyyidim! Bütün şu kıymetdar hediyeleri kendi nâmıma sana takdim ediyorum. Çünki: Sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim. " İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyyetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o biçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek itikad liyakatını, en büyük bir hediye gibi kabul eder. Aynen öyle de: Aciz bir abd namazında Ettahıyyâtü lillâh der. Yâni: Bütün mahlukatın hayatlariyle sana takdim ettikleri hediye-i ubudiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem, sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllidir. Nebatatın tohumları ve çekirdekleri, onların niyyetleridir. S.)
ŞÜKR-Ü ÖRFÎ
(Bak: Hamd)
ŞÜKUF(E)
f. Çiçek. Zühre. Tomurcuk.
ŞÜKUFEZAR
f. Çiçek bahçesi.
ŞÜKUF-MİSAL
Gonca gibi, tomurcuk gibi.
ŞÜKUH
f. Azamet, ululuk, celal.
ŞÜKUK
(şekk. C.) şekler, şüpheler.
ŞÜKUR
Hacet, ihtiyaç. * Mühim işler, umûr-u mühimme.
ŞÜKÜFTE
f. "Açılmış" mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nev-şüküfte $ : Yeni açılmış.