Konuşma yeri, istişare meclisi. Büyüklerin istişare için toplanma yeri. * Meşveret için toplantı. * Meşveret etme.(Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim, bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve ta'dil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaattan çıkmış az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı manevîdir ki, şurâlar o ruhu temsil eder. Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şurâ-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı manevî olmak gerektir. Tâ ki sözünü ona işittirebilsin. Dine taalluk eden noktalardan sırat-ı müstakime sevkedebilsin.) Sünühat'tan.(Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı meşveret-i şer'iyyedir. $ Ayet-i Kerimesi, şurayı esas olarak emrediyor. Evet nasılki, nev'-i beşerdeki telâhuk-u efkâr ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasiyle birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünunun esası olduğu gibi, en büyük kıt'a olan Asya'nın en geri kalmasının bir sebebi o şurâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.Asya Kıt'asının ve istikbâlinin keşşafı ve miftahı şura'dır. Yâni, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt'alar dahi o şurayı yapmaları lazımdır ki, üçyüz belki dörtyüz milyon İslâm'ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak meşveret-i şer'iyye ile şehamet ve şefkat-i imâniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer'iyyedir ki, o hürriyet-i şer'iyye, âdâb-ı şer'iyye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır. İmândan gelen hürriyet-i şer'iyye iki esası emreder: $ $Yani: İman bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdad ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek.. ve zâlimlere tezellül etmemek.. Allah'a hakiki abd olan, başkalara abd olamaz. Birbirinizi -Allah'tan başka- kendinize Rab yapmayınız. Yani, Allah'ı tanımayan, herşeye, herkese nisbetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder. Evet hürriyet-i şer'iyye Cenab-ı Hakk'ın Rahman, Rahim tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.Eğer denilse: Neden şuraya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin, hususan Asya'nın, hususan İslâmiyet'in hayatı ve terakkisi nasıl o şura ile olabilir?Elcevab: Nur'un Yirmibirinci Lem'a-i İhlâs'ında izah edildiği gibi; haklı şura ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif, yüzonbir olduğu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü hakiki ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakiki ihlâs ve tesânüd ve meşveretin sırrı ile, bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor. Madem beşerin ihtiyacâtı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz'î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hâcetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın hakaikından gelen şura-yı şer'î ile yaşayabilir. O düşmanları durdurur, o hâcetlerin teminine yol açar. H.)
ŞURA SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 42. suresi olup, "Hâ mim ayn sin kaf" Suresi de denir.
ŞURAB (ŞURÂBE)
f. Kirli ve acı su. * Mc: Gözyaşı.
ŞURA-YI DEVLET
İdare dâvâlarını veya nizamname (tüzük) hazırlıklarını inceleyip fikrini bildiren resmi daire. Danıştay.
ŞUR-BAHT
f. Bahtsız, talihsiz.
ŞURE
Heyet.
ŞURE
f. Çorak, tuzlu, verimsiz toprak.
ŞUR-EFGEN
f. Karma karışık yapan, kargaşalık çıkaran.
ŞUR-ENGİZ
f. Gürültü çıkaran, şamata yapan.
ŞUREZAR
Çorak yerler, verimsiz araziler.
ŞURİDE
f. Perişan, karışık. * Tutkun, âşık, meftun.
ŞURİDEGÎ
f. Karışıklık, perişanlık. * Tutkunluk, düşkünlük.
ŞURİSTAN
Çorak yerler.
ŞURİŞ
f. Karışıklık, kargaşalık.
ŞURTA
(Yelkenliye) uygun rüzgâr. * Önde gidip düşmanla savaşan asker. * Polis, jandarma.
ŞURU'
Başlama. Mübaşeret etme.
ŞURUT
(Şart. C.) Şartlar. Bir şeyde bulunması lâzım gelen esaslar, temeller.
ŞURUT-U SALÂT
Namazın şartları.
ŞUS
Pak etmek, temizlemek.
ŞUSY
Ölünün şişip el ve ayağının sertleşmesi.
ŞUTBE
(C.: Şütab) Kılıcın yüzünde yapılan yol.
ŞUTTAR
Pazu hareketi.
ŞUTUR
Irak, uzak, baid. * Bir memesi birisinden uzun olan koyun. * İki emziği kurumuş olan deve.
Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak. * Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir. (E.T.) * Kendi varlığından haberi olma. * Bir şeyi hoşça tanıma. * İnceliklerini iyice idrak etme. * (Şa'r. C.) Kıllar.
ŞUURDÂRÂNE
f. Haberli ve iyice tanıyarak. Kendinden haberi olarak. Bilerek, bilir gibi.(Hayat olmazsa vücud vücud değildir; ademden farkı olmaz. Hayat, ruhun ziyasıdır. Şuur, hayatın nurudur. Madem ki hayat ve şuur bu kadar ehemmiyetlidirler. Ve madem şu âlemde bilmüşahede bir intizam-ı kâmil-i ekmel vardır. Ve şu kâinatta bir itkan-ı muhkem, bir insicâm-ı ahkem görünüyor. Madem şu biçâre, perişan küremiz, sergerdan zeminimiz, bu kadar hadd ü hesâba gelmez zevil-hayat ile, zevil-ervah ile ve zevil-idrak ile dolmuştur. Elbette sâdık bir hads ile ve kat'i bir yakin ile hükmolunur ki; şu kusur-u semâviye ve şu büruc-u sâmiyenin dahi kendilerine münâsib zihayat, zişuur sekeneleri vardır. Balık suda yaşadığı gibi; Güneşin ateşinde dahi, o nurani sekeneler bulunur. Nar nuru yakmaz. Belki ateş, ışığa meded verir... S.) (Bak: Vicdan)
ŞUVAZ
Kızgın, ateşli maden. Kızgın ateş. * Susama.
ŞUVEYY
Yavaş.
ŞUY
f. Koca, eş, zevc.
ŞUYİDE
f. Yıkanmış.
ŞÜBAN
Çoban.
ŞÜBANÎ
Kırmızı yüzlü.
ŞÜBBAN
Gençler, delikanlılar.
ŞÜBBAN-I VATAN
Vatanın gençleri.
ŞÜBBUT
Kalkan balığı.
ŞÜBEH
(şübhe C.) şübheler, şekler. şübhe edilenler.
ŞÜBHE
(C.: Şübeh - Şübühât) Tereddüd. Bir şeyin doğru olup olmadığına veya var olup olmadığına dair kat'i kanaat ve bilgi sahibi olmamak hâli.