(C.: Şirdilân) f. Aslan yürekli. Cesaretli. Cesur.
ŞİRE
f. Süt. * Şıra.
ŞİREC
Şırılgan yağı. * Üzüm suyu. Şira.
Şİ'REN
Şiir tarzında, şiir olarak.
ŞİRHAR
f. Tar: Acemiliğe alınmayan veya sayısı beşten az olan esirlerden bir kısmı. Pencik kanuni hükümlerine göre esirler: Şirhâr, beççe, gulamçe, gulâm, sakallı ve pir olmak üzere sınıflara ayrılır ve bu tertibe göre vergiye tâbi tutulurdu. Üç yaşına kadar olan çocuklara, süt emen mânâsına gelen şirhâr; üç yaşından sekiz yaşına kadar olanlara, yavru demek olan beççe; sekizle oniki yaşındakilere gülâmçe; büluğa erenlere gulâm; epeyce traşı gelenlere sakallı; yaşlılara da pir denilirdi. (O.T.D.S.)
ŞİR-İ JİYAN
Kükremiş aslan. (Bak: Jiyan)
ŞİR-İ MÂDER
Ana sütü.
ŞİR-İ YEZDAN
Hazret-i Ali Radiyallahu Anh'ın bir ismi. Allah'ın Aslanı.
ŞİRİN
f. Tatlı. Sevimli. Cana yakın.
ŞİRİN-CEMAL
f. Sevimli yüzlü.
ŞİRİN-EDÂ
f. Lâtif ve şirin edâlı.
ŞİRİNÎ
f. Tatlılık, cana yakınlık, sevimlilik.
ŞİRİNKÂM
f. Tadı damağında kalmış.
ŞİRİNKÂR
f. Hoş ve tatlı muamele eden.
ŞİRİNZEBAN
f. Tatlı dilli.
ŞİRK
En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmek. Allah'tan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm)(Evet, küfür mevcudatın kıymetini ıskat ve mânasızlıkla ittiham ettiğinden bütün kâinata karşı bir tahkir ve mevcudât âyinelerinde cilve-i Esmâyı inkâr olduğundan; bütün Esmâ-i İlâhiyeye karşı bir tezyif ve mevcudâtın Vahdâniyete olan şehâdetlerini reddettiğinden, bütün mahlukata karşı bir tekzib olduğundan istidad-ı insanîyi öyle ifsad eder ki: Salâh ve hayrı kabule liyâkatı kalmaz. Hem bir zulm-ü azimdir ki; umum mahlukatın ve bütün Esmâ-i İlâhiyenin hukukuna bir tecavüzdür. İşte şu hukukun muhafazası ve nefs-i kâfir hayra kabiliyetsizliği küfrün adem-i afvını iktiza eder. $ şu mânâyı ifade eder. S.)(Mâdem bir hâkimiyet-i mutlaka hakikatı vardır, elbette şirkin hakikatı olamaz. Çünki, $ âyetinin hakikat-ı katıasiyle; müteaddid eller müstebidâne bir işe karışsalar, karıştırırlar. Bir memlekette iki padişah, hattâ, bir nâhiyede iki müdür bulunsa; intizam bozulur ve idare herc ü merc olur. Halbuki, sinek kanadından tâ semâvat kandillerine kadar ve hüceyrât-ı bedeniyeden tâ seyyârâtın burçlarına kadar öyle bir intizam var ki: Zerre kadar şirkin müdâhalesi olamaz. Ş.)
ŞİRK-ÂLUD
f. Şirk karışık, sapıtmış. Şirk bulaşmış. Cenâb-ı Hak'tan gaflet edip başkasından meded bekler surette.
ŞİRKET
Ortaklık, iş ortaklığı. * Huk: İki veya daha fazla şahsın emek ve malları ile müştereken, iktisadî bir gayeye erişmek için bir akidle birleşmeleri. (Bak: Cem'iyyet)
ŞİRKET-İ A'MÂL
Çalışmayı sermaye olarak kabul eden şirket.
ŞİRK-İ HAFÎ
İhlâssızlık, riyakârlık. Allah rızası için değil de başkalarının rızâsı için ibâdet etmek.
ŞİRMERD
f. Arslan yürekli, cesur.
ŞİRPENÇE
(Şir-pençe) f. (Aslan pençesi) Vücutta ve daha ziyade sırtta çıkan çok tehlikeli bir çıban.
ŞİRRET
Terbiyesizlik, hayasızlık, edebsizlik. * Geçimsiz, huysuz ve kavgacı.
ŞİRRİB
Şaraba karşı hırsı olan.
ŞİRRİR
(C.: Eşrâr-Eşirrâ) Çok şer işleyen, pek çok şerir.
ŞİRVAZ
Yoğun, kalın ve büyük.
ŞİRYAN
(Şeryân) Kırmızı kan damarı. Atar damar.
ŞİRZİME
Küçük, ehemmiyetsiz cemaat. Bir miktar insan grubu.
ŞİS'
(C.: Şüsu') Nâline tasma vurmak. * Nâlin tasması.
ŞİS (ŞİSÂ')
Çekirdeği katılaşmış olmayan hurma. (Hurma aşılanmasa çekirdeği katılaşmaz.)
ŞİSI'
Büyük ve çok mal. * Dar yer. Bir yerin uç tarafı. * Nalın kayışı. * Bir malı dikkatle bekleyip koruyan.
ŞİŞE
Camdan yapılmış ağzı dar uzunca kap. Lâmbaya geçirilen camdan küçük baca. * Çeşitli maksatlarla çakılan çıta.
ŞİŞEHANE
Şişe yapılan yer.
ŞİŞHANE
(Aslı: Şeşhane) Eskiden kullanılan namlusu altı yivli tüfek. * İstanbul'da bir semt adı.
ŞİT
Hz. Âdem'in (A.S.) oğullarından ve ondan sonra peygamber olan zât olup kendisine 50 sayfalık kitab nâzil olmuştur. Kâbe-i Mükerreme'yi ilk önce taştan bina eden zât olduğu Kısas-ı Enbiya'da mezkûrdur.
ŞİTA
Kış. Senenin soğuk mevsimi.
ŞİTAB
f. (Şitâften: Koşmak fiilinin kökü) Seğirtmek, koşmak. Çabukluk, acele etmek.
ŞİTAÎ
(Şitâiye) Kışa ait. Kışlık. Kışa dair.
ŞİTEVÎ
(Şiteviyye) Kışa ait. Kış mevsimiyle ilgili. * Kış sebzesi, kışlık sebze.
ŞİVA'
Kebap.
ŞİVAL
Az şey.
ŞİVAR
Meşveret etmek, konuşmak, istişâre etmek, danışmak.