T Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • TEFRİR

    Ürkütmek. Kaçırmak.
  • TEFRİS

    Yırtmak. * Parçalamak.
  • TEFRİS

    Acıktırmak.
  • TEFRİŞ

    Döşeme. Yayma. Yayıp döşeme. * Ev eşyasını düzenleme.
  • TEFRİT

    Ortalamanın yani vasatın çok altında kalmak, geride kalmak. Normalden aşağı olmak. (İfratın zıddı)
  • TEFRİZ

    Farzetmek.
  • TEFSA'

    Kesmek. * Eskimek.
  • TEFSİD

    Fâsid etmek, bozmak.
  • TEFSİDE

    f. Hararetli, kızgın.
  • TEFSİE

    Çekmek. Uzatmak.
  • TEFSİK

    (Fısk. dan) Fısk ve fücura sürükleme. Birisine fâsık, kabahatli, günahkâr demek.
  • TEFSİL

    Yaramaz ve kem nesne.
  • TEFSİR

    Mestur, gizli bir şeyi aşikâr etmek. Mânâyı izhâr etmek. * Anladığını anlatmak. Bildiği kadar açıklamak. * Kur'ân-ı Kerim'in mânâsını anlatan kitab. * Ehl-i Hadis ıstılahında Tefsire dâir hadis-i şeriflere Tefsir denilir. (Bak: İctihad)(Tefsir iki kısımdır: Birisi, malûm tefsirlerdir ki, Kur'anın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânâlarını beyan ve izah ve isbat ederler.İkinci kısım tefsir ise: Kur'anın imanî olan hakikatlerini, kuvvetli hüccetlerle beyan ve isbat ve izah etmektir. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti var. Zâhir mâlum tefsirler, bu kısmı bazen mücmel bir tarzda dercediyorlar. Fakat, Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda, muannid feylesofları susturan bir manevî tefsirdir. Ş.)(Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip Kur'anın bir icaz-ı mânevisiyle her şeyde bir pencere-i mârifet açmış; bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur'an'a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlub olmayıp galebe etmiş. M.N.)(Kur'an-ı Azimüşşan; bütün zamanlarda gelip geçen nev'-i beşerin tabakalarına, milletlerine ve fertlerine hitaben Arş-ı Alâdan irad edilen İlâhî ve şümullü bir nutuk ve umumi, Rabbanî bir hitabe olduğu gibi; bilinmesi, bir ferdin veya küçük bir cemaatin iktidarından hariç olan ve bilhassa bu zamanda, dünya maddiyatına ait pek çok fenleri ve ilimleri câmidir.Bu itibarla; zamanca, mekânca, ihtisasca daire-i ihatası pek dar olan bir ferdin fehminden ve karihasından çıkan bir tefsir, bihakkın Kur'an-ı Azimüşşan'a tefsir olamaz... Çünkü, Kur'anın hitabına muhatab olan milletlerin, insanların ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına, câmi bulunduğu ince fenlere, ilimlere bir ferd, vâkıf ve sahib-i ihtisas olamaz ki, ona göre bir tefsir yapabilsin. Hem bir ferdin mesleği ve meşrebi taassuptan hâli olamaz ki, hakaik-i Kur'aniyeyi görsün, bîtarafane beyan etsin? Hem bir ferdin fehminden çıkan bir dâva, kendisine has olup, başkası o dâvanın kabulüne davat edilemez... Meğer ki bir nevi icmanın tasdikine mazhar ola.Binaenaleyh, Kur'anın ince mânalarının ve tefsirlerde dağınık bir surette bulunan mehasinin ve zamanın tecrübesiyle fennin keşfi sayesinde tecelli eden hakikatlerin tesbitiyle, herbiri birkaç fende mütehassıs olmak üzere muhakkıkîn-i ulemadan yüksek bir heyetin tetkikatiyle, tahkikatiyle bir tefsirin yapılması lâzımdır. Nitekim, kanunî hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin fikrinden değil, yüksek bir heyetin nazar-ı dikkat ve tedkikatından geçmesi lâzımdır ki, umumi bir emniyeti ve cumhur-u nâsın itimadını kazanmak üzere millete karşı bir kefalet-i zımniyye husule gelsin; ve icma-i millet, hücceti elde edebilsin.Evet, Kur'an-ı Azimüşşan'ın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nâfiz bir içtihada malik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zat olmalıdır. Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar, ancak yüksek ve azim bir heyetin tesanüdiyle ve o heyetin telâhuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassublarından âzâde olarak tam ihlâslarından doğan dâhî bir şahs-ı manevîde bulunur. İşte, Kur'anı, ancak böyle bir şahs-ı mânevi tefsir edebilir. Çünkü, "Cüzde bulunmayan, küllde bulunur." kaidesine binaen, her fertte bulunmayan bu gibi şartlar, heyette bulunur. İ.İ.) (Bak: Müfessir)
  • TEFSİRE

    Hastaların bevlini koyacak şişe. Sidik kabı.
  • TEFTE

    f. Hararetli, kızgın, kızmış.
  • TEFTİH

    Hor ve zelil etmek. * Kahretmek.
  • TEFTİH

    (C.: Teftihât) (Feth. den) Açmak. * Bırakmak. * Yarmak, yardırmak. * Geğirmek.
  • TEFTİK

    (Fetk. den) Yün, pamuk gibi şeyleri ditmek, tarayıp açmak.
  • TEFTİK

    (Fetk. den) Yarma, yarılma.
  • TEFTİL

    (Fetl. den) Fitil yapma. Bükme, eğirme.
  • TEFTİN

    (Fitne. den) Fitneye düşürme. * Meftun verme. Ayartma.
  • TEFTİR

    (C. Teftirat) Bıkkınlık verme. Fütur verme. Usandırma. * Zayıf etmek, zayıflatmak. * Naksetmek, eksiltmek.
  • TEFTİS

    Ufak ufak parçalama.
  • TEFTİŞ

    Kontrol etmek. İşlerin alâkalı vazifeliler tarafından ele alınıp iyi ve tamam yapılmasına çalışmak. * Sormak. * Ayırmak.
  • TEFTİŞÂT

    (Teftiş. C.) Teftişler.
  • TEFTİT

    Parça parça etme, ufalama.
  • TEFTİYE

    Lâğımcılık yapmak. * Büyüyünceye kadar kızı evden dışarıya çıkarmamak..
  • TEFVİF

    Bezi alacalı dokutmak.
  • TEFVİH

    Korkutmak.
  • TEFVİK

    Tar: Okçulukta, yayın sol el ile yukarıya kaldırılması. * Okun gezini yayın kirişine koymak.
  • TEFVİM

    Ekmek pişirmek.
  • TEFVİT

    (Fevt. den) Geçirme, kaçırma.
  • TEFVİT-İ SALÂT

    Namaz vaktini geçirme veya kaçırma.
  • TEFVİYE

    Konuşkan olmak.
  • TEFVİZ

    Birisine bırakma. * İşini Allah'a (C.C.) havâle etme. * Sipariş ve ihâle etme.
  • TEFYİL

    Bir kimsenin bir kimseye "fikrin zayıf" demesi.
  • TEFYİM

    Genişletmek.
  • TEFZİ'

    Ürkütme. Korkutma. * Hayretle baktırma.
  • TEGABBİ

    Birisini geri zekâlı sayma.
  • TEGABBÜR

    (Gubâr. dan) Tozlanma.
  • TEGABİ

    Bilmez olmak. Ahmaklaşmak.
  • TEGABÜN

    (Gabn. dan) Karşılıklı aldatma. Aldanma veya aldanmanın zuhuru.
  • TEGABÜN SURESİ

    Kur'an-ı Kerim'in 64. suresidir. Medenîdir.
  • TEGADDİ

    (Bak: Tagaddi)
  • TEGADDÜB

    (Gadab. dan) Hiddetlenme, öfkelenme, gazaba gelme, kızma.
  • TEGAFÜL

    Bilmez görünmek, anlamazlıktan gelmek. Kasden kendisini gafil göstermek.(Farazâ, bazılarının altında büyük fenâlıklar varsa da, hücum edilmemek gerektir. Zira, çok fenalık vardır ki, iyilik perdesi altında kaldıkça ve perde yırtılmadıkça ve ondan tegafül edildikçe mahdut ve mahsur kaldığı gibi, sâhibi de perde-i hicab ve hayâ altında kendisinin ıslahına çalşır. Lâkin vaktâ ki, perde yırtılsa, hayâ atılır. Hücum gösterilse, fenalık fena tevessü' eder. Münazarât)
  • TEGALGUL

    Hoş kokulu şeyler sürünmek. * Zorluk, çetinlik, güçlük. * Bir şeyin, ilmin içine çok dalmak.
  • TEGALLÜB

    (Bak: Tagallüb)
  • TEGALLÜF

    (Gılaf. dan) Kılıflanma.
  • TEGALLÜT

    (C.: Tegallütât) (Galat. dan) Yanılma. Yanlışa düşme.