T Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • TEMERRUH

    Kendini yağla ovmak.
  • TEMERRUK

    Çorba içmek.
  • TEMERRUT

    Saç dökülmek.
  • TEMERRÜD

    İnad, direnme. * Yapılması gereken bir şeyi yapmakta kasten geciktirme.
  • TEMERRÜN

    Tekrar ettirerek alıştırma. İdman yapma.
  • TEMERRÜŞ

    Az miktar su.
  • TEMESHUR

    (C.: Temeshurât) Maskaralık yapma.
  • TEMESKÜN

    Miskin olma. Miskinleşme.
  • TEMESSUH

    Kendini bir nesneye sürmek, meshetmek. * Bir şeye sürünmek.
  • TEMESSUH

    Şekil değiştirme.
  • TEMESSÜK

    Tutunma. Sarılma. Sıkıca tutma. * Hüccet ve delil izhar etme. * Borç senedi.
  • TEMESSÜL

    Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek. * Bir kıssa veya atasözü söylemek.(Temessülün çok envaından şu mes'eleye medar olacak üç nev'ine işaret ederiz:Birincisi: Kesif, maddî şeylerin akisleridir. O akisler, hem gayrdır, ayn değil. Hem mevattır, ölüdür. Hüviyet-i suriyesinden başka hiçbir hâsiyete mâlik değil. Meselâ sen âyineler mahzenine girsen, bir Said binler Said olur. Fakat zihayat yalnız sensin, ötekiler ölüdürler. Hayat hassaları onlarda yoktur.İkincisi: Maddi nuraninin akisleridir. Şu akis ayn değil. Fakat gayr da değil. Mahiyeti tutmuyor. Fakat o nuraninin ekser hasiyetlerine mâliktir. Onun gibi hayy sayılıyor. Meselâ: Şems dünyaya girdi. Herbir âyinede aksini gösterdi. O akislerin her birinde, Güneş'in hassaları hükmünde olan ziya ve ziyadaki elvan-ı seb'a bulunuyor. Eğer, faraza, Güneş zişuur olsa idi, (harareti, ayn-ı kudreti; ziyası, ayn-ı ilmi; elvan-ı seb'ası, sıfat-ı seb'ası olsa idi) o vakit o tek ve yekta bir güneş, bir anda herbir âyinede bulunur, herbirini kendine bir arş ve bir çeşit telefon yapabilirdi. Birbirine mâni olmazdı. Herbirimizle âyinemiz vasıtasiyle görüşebilirdi. Biz ondan uzak iken, o bize bizden daha yakın olurdu.Üçüncüsü: Nurani ruhların aksidir. Şu akis, hem haydır, hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefsül-emriyesini tamamen tutmuyor. Meselâ: Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, Dıhye suretinde Huzur-u Nebevide bulunduğu bir anda Huzur-u İlâhide haşmetli kanatlariyle Arş-ı A'zamın önünde secdeye gider. Hem o anda hesapsız yerlerde bulunur. Evamir-i İlâhiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş, bir işe mâni olmazdı. İşte şu sırdandır ki mahiyeti nur ve hüviyeti nurâniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirine mâni olmaz. Hattâ evliyâdan, ziyade nuraniyet kesbeden ve abdâl denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş. Evet, nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misâlin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür'atinde bir vasıta-i seyr ve seyahat suretine geçerler ve o ruhaniler, hayal sür'atiyle o merâya-yı nazifede, o menâzil-i lâtifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler. Madem Güneş gibi âciz ve musahhar mahluklar ve ruhani gibi madde ile mukayyed nim-nurani masnu'lar, nuraniyet sırriyle bir yerde iken, pekçok yerlerde bulunabilirler. Mukayyed bir cüz'î iken, mutlak bir küllî hükmünü alırlar. Bir anda cüz'î bir ihtiyar ile pek çok işleri yapabilirler.Acaba, maddeden mücerred ve muallâ; ve tahdid-i kayd ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberra; ve şu umum envar ve bütün nuraniyat, O'nun envar-ı kudsiye-i esmasının bir keşif zılâli; ve umum vücut ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misâl, nim-şeffaf bir âyine-i cemâli; ve sıfâtı muhita; ve şuunatı külliye olan bir Zât-ı Akdes'in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef'âli içindeki Teveccüh-ü Ehadiyetinden hangi şey saklanabilir, hangi iş ağır gelebilir, hangi şey gizlenebilir, hangi fert uzak kalabilir, hangi şahsiyet, külliyet kesbetmeden ona yanaşabilir? S.)
  • TEMEŞMÜŞ

    Zerdali yemek.
  • TEMEŞŞİ

    Yürüme (Mâneviyatta daha çok kullanılır.)
  • TEMEŞŞUT

    (Muşt. dan) Saçını, sakalını tarama.
  • TEMETTU'

    (C.: Temettuât) Kazanma, kâr etme. * Kâr, fayda, menfaat. * Toplamak, cem'etmek. * Mühlet vermek. * Yoldaş olmak.
  • TEMETTUÂT

    (Temettu'. C.) Kârlar, kazançlar, faydalar.
  • TEMEVLÎ

    Kendini mevlâ kılmak.
  • TEMEVVÜC

    (C.: Temevvücât) Dalgalanmak. Çalkanıp dalga dalga olmak.
  • TEMEVVÜCÂT

    (Temevvüc. C.) Dalgalanmalar.
  • TEMEVVÜL

    (Mâl. dan) Zenginleşme, mal edinme.
  • TEMEYYÜ'

    Sulanma, sulu hâle gelme. Akma. Cıvıklaşma, sıvı hâle gelme.
  • TEMEYYÜH

    Sulanma.
  • TEMEYYÜH-İ DEM

    Kanın sulanması.
  • TEMEYYÜZ

    Benzerlerinden farklı ve üstün olma. Diğerleri arasından kendini gösterme.
  • TEMEZZUK

    Parça parça olma. Yırtılma.
  • TEMEZZÜZ

    Yavaş yavaş ve dinlenerek içmek.
  • TEMHİD

    (Mehd. den) Döşeme, yayma, düzeltme. * İskân etme. * Bir maddede özür, bahane beyan eylemek. * Özür sahibinin özrünü kabul ile tasdik eylemek. * Serd etme, izah etme, arz etme. * Mukaddeme yapma. Hazırlama.
  • TEMHİK

    İptal etme.
  • TEMHİL

    Sonraya bırakma. Mühlet verme.
  • TEMHİR

    Mühürleme.
  • TEMHİS

    İmtihan ve tecrübe etme. * Halâs etme.
  • TEMHİSÂT

    (Temhis. C.) Tecrübeler, imtihan etmeler.
  • TEMHİZ

    Doğum ağrısı çekmek. (Bak: Temahhuz)
  • TEM'İK

    Yuvarlamak.
  • TEMİM

    Katı, şiddetli, şedid.
  • TE'MİM

    Kasdetmek.
  • TEMİME

    (C.: Temâyim) Heykel.
  • TE'MİN

    Güvenlik, emniyet hissi vermek. * Sağlamlaştırma, şüphe bırakmama. * Sağlamak. Kat'i vaadde bulunmak. Emn ve emân vermek. * Elde etme.
  • TE'MİNÂT

    (Te'min. C.) İnandırmak ve emniyet vermek için veya muhtemel zararı ödemek için verilen söz veya para, gösterilen kefil.
  • TE'MİNEN

    Te'min suretiyle.
  • TE'MİR

    Emretmek.
  • TE'MİT

    Zihnen tahmin etme.
  • TE'MİYE

    Öpmek.
  • TEMK

    Uzamak. * Yükselmek, yüce olmak.
  • TEMKİN

    Ağır başlılık, usluluk. * Ölçülü hareket sâhibi. * Vakar, izzet. İktidar, kudret. * Birini bir şeye muktedir kılmak. * Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükuna mazhar olmak. * Tedbir, ihtiyat.
  • TEMLİE

    (Mel'. den) Ağız ağıza doldurma.
  • TEMLİH

    (Süryânice) El-Kayyum mânasında (Esmâ-i İlâhiyedendir).
  • TEMLİH

    Tuzlamak. Tuza yatırmak. * Edb: Söz arasında güzel ve mazmun (nükteli, cinaslı ve güzel) söz söylemek.
  • TEMLİK

    Mal sahibi etmek. Birine mülkü kazandırmak, sahib etmek. * Mülk olarak vermek.