T Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • TEVBE SURESİ

    Kur'an-ı Kerim'in 9. suresidir. Berae Suresi de denir. Medenîdir.
  • TEVBE-İ NASUH

    Sâdık tevbe. Nasuh tevbesi. Rücu' ettiği günaha bir daha dönmemek veya tevbe eylediği günahı bir daha yapmamak için kasd ve niyet etmek ve bunda tam kararlı olmak.
  • TEVBEKÂR

    f. Tevbeli, yaptığına pişman olmuş olan.
  • TEVBEŞİKEN

    f. Tevbesini bozan.
  • TEVBİH

    Azarlama. Levm etme.
  • TEVBİHAT

    (Tevbih. C.) Azarlamalar, tekdirler.
  • TEVBİHAT-I ŞEDİDE

    Şiddetli tekdir ve azarlamalar.
  • TEVBİS

    Köpek yavrusunun gözlerini açması.
  • TEVCİB

    (Vücub. dan) Lüzumlu yapma, lâzım etmek, gerektirmek. * Bir iş için vakit belirlemek.
  • TEVCİH

    Döndürmek, yöneltmek. * Tefsir etmek. * Birisini bir tarafa göndermek. * Rütbe vermek. * Bir kimseye söz atmak. * Edb: İki zıd mânaya gelebilen ve birbirinin zıddı mânada söz kullanmak.
  • TEVCİHÂT

    (Tevcih. C.) Verilmiş rütbeler. Tevcihler. * İşaret eden mânalar.
  • TEVCİH-İ KELÂM

    Sözle işarette bulunmak. * Birbirinin zıddı muhtelif mânaya gelebilen kelimeyi sözde kullanmak.
  • TEVDİ'

    Emanet vermek, bırakmak. * Misafirin veda etmesi. Giderken kalanlara: Allah'a ısmarladık gibi veda etmesi, bolluk hoşluk duasıyla bırakıp gitmesi. * Mutlaka terkedip bırakmak.
  • TEVDİAN

    Vererek, bırakarak, teslim ve emanet ederek.
  • TEVDİÂT

    Emânetler. Emânet bırakmalar. Emniyetli bir yere kıymetli bir şeyi teslim etmek.
  • TEV'EBAN

    Davar memesinin iki yanı.
  • TEVECCU'

    (C.: Teveccuât) Ağrıma, vecâlanma. Acımak.
  • TEVECCÜD

    (Vecd. den) Coşma, vecde gelme.
  • TEVECCÜH

    Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. * Mânen üzerine düşme. * Ait olmak. * Hoşlanmak. * Sevgi, alâka.
  • TEVECCÜHÂT

    (Teveccüh. C.) Teveccühler.
  • TEVECCÜH-Ü NÂS

    İnsanların, bir kimseyi beğenip, ona teveccüh etmeleri ve medh ü senâ etmeleri.(Teveccüh-ü nâs istenilmez; belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı kaybeder, riyaya girer. Şan ü şeref arzusiyle teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfat değil, belki ihlâssızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet, amel-i salihin hayatı olan ihlâsın zararına teveccüh-ü nâs ve şân ü şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz'iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azâb-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından; teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın. L.)
  • TEVECCÜS

    Karnını boşaltmak.
  • TEVEDDÜD

    Tedricen kendini sevdirmek. Dostluk etmek. * Cenab-ı Hakk'ın çeşitli ve lezzetli nimetler vererek insanlara kendisini sevdirmesi.
  • TEVEFFİ

    Ölme, vefat. * Bütününü aldırma.
  • TEVEFFUK

    Tevfike mazhar olmak. Cenab-ı Hakk'ın rızasına uygun tarzda hareket edebilmek.
  • TEVEFFÜR

    Çok olmak, artmak.
  • TEVEHHUK

    Boynuna kement bağlamak.
  • TEVEHHÜC

    Deprenmek, hareket etmek.
  • TEVEHHÜL

    (Vehle. den) Yanıltmağa çalışma.
  • TEVEHHÜM

    Evhamlanmak. Az tehlike ihtimâli olsa çok korkmak. Yok olanı var zannetmekle ye'se ve korkuya düşmek.
  • TEVEHHÜM-İ EBEDİYET

    Ebedî yaşayacağını zannedip Allah'ın emirlerinden ve âhiret için hazırlanmaktan gaflet etmek. Hiç ölmeyecekmiş gibi evhâm ile sâdece bu dünyayı ve dünya menfaatlerini düşünmek.(Dünyada, tevehhüm-ü ebediyet hükmünce gaflet veya dalâlet neticesinde; mevti adem ve firakı ebedî tasavvur ettiğinden, yumuşak döşeğine bedel kabrin toprağını düşünüp gaflet ve dalâlet cihetiyle, Erhamürrâhimîn'in Cennet-i Rahmetini ve Firdevs-i Nimetini düşünmediğinden ne kadar me'yusane bir hüzün ve elem çektiğini kıyas edebilirsin. M.)
  • TEVEHHÜN

    Gevşeme. Kuvvetsiz hale gelme.
  • TEVEHHÜS

    Bir işe dikkat ve itina ile koyulma.
  • TEVEKAN

    İstekli olma.
  • TEVEKÂN

    Sormamak.
  • TEVEKKELNA

    Tevekkül ettik (meâlinde fiil).
  • TEVEKKELTÜ ALALLAH

    Allah'a tevekkül ettim (meâlindedir).
  • TEVEKKUH

    şiddetli ve haşin olmak.
  • TEVEKKÜ'

    Dayanmak.
  • TEVEKKÜL

    İşi başkasına ısmarlamak. * Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini Allah'a bırakmak. Allah'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini Allah'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. * Yeis ve kederden uzak olmak. * Âcizlik göstermek.(İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder. Fakat yanlış anlama. Tevekkül, esbabı, bütün bütün reddetmek değildir; belki esbabı, dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fiilî telâkki ederek; müsebbebatı, yalnız Cenab-ı Hak'tan istemek ve neticeleri O'ndan bilmek ve O'na minnettar olmaktan ibarettir.Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer:Vaktiyle iki adam hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi girer girmez yükünü gemiye bırakıp üstünde oturup nezaret eder. Diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi: "Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et." O dedi: "Yok, ben bırakmıyacağım. Belki zâyi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhafaza edeceğim." Yine ona denildi: "Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i Sultaniye daha kuvvetlidir. Daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremiyecek. Kaptan dahi eğer seni bu halde görse, ya divânedir diye seni tardedecek. Ya haindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihza ediyor, hapis edilsin, diye emredecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünkü ehl-i dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyayı ve zilleti gösteren tasannuun ile kendini halka mudhike yaptın. Herkes sana gülüyor" denildikten sonra o biçârenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. "Oh!... Allah senden râzı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum" dedi.İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfuruşluktan ve maskaralıktan ve şekavet-i uhreviyyeden ve tazyikat-ı dünyeviyye hapsinden kurtulasın... S.)
  • TEVEKKÜL-İ İMANÎ

    İman edenlere yakışır tevekkül. İman kuvvetinin ve hakikatının neticesi olan tevekkül.
  • TEVEKKÜN

    Musibet anında yüksek sesle bağırıp feryad etmek.
  • TEVELLA

    (Tevelli) Birisini dost edinme. * Bir işi üzerine alma. * Dönme, yönelme, i'raz etme. * Ehl-i Beyt'e tam sevgi. * Akrabalık. Karabet. Yakınlık beslemek.
  • TEVELLU'

    Sevme. Alâka ve aşk peydâ etme.
  • TEVELLÜC

    Dühul etmek, dâhil olmak, girmek. * Vahşi canavarların yatağı.
  • TEVELLÜD

    Doğma. Doğum.
  • TEVELLÜDAT

    (Tevellüd. C.) Belli bir zaman içinde doğum. Umumi doğumlar.
  • TEVELLÜH

    (C.: Tevellühât) (Veleh. den) Şaşakalma. Şaşırıp sersemleşme. * Hayran etme. * Kadını çocuğunden ayırma.
  • TEVELVÜL

    (C.: Tevelvülât) (Velvele. den) Gürültü patırdı etme.
  • TEV'EM

    İkiz. Çift doğan çocuklar. * Mc: Benzer, eş, mümasil.