Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek.(Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine ilm-el yakîn deniyor. Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona ayn-el yakîn bilmek deniyor. Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi'den olan ilmimizin derecesine de hakk-al yakîn deniyor. (Hakkalyakîn: Abdin sıfatları, Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarında fâni olup, kendisi onunla ilmen ve şuhuden ve hâlen beka bulmaktadır. Ö. Nasuhi)
YAKÎNEN
Hiç şübhesiz olarak, kat'i surette.
YAKÎNÎ
Şüphe edilmeyecek ilmî halde, hiç şeksiz bilinmeğe dair.
YAKÎNİYYÂT
Yakînî bir surette bilinenler.
YAKTÎN
Kabak, kavun ve karpuz gibi dalları yerde yayılan bir nebat adı.
YA'KUB (A.S.)
Kur'an-ı Kerim'de adı geçen peygamberlerdendir. Yusuf Aleyhisselâm'ın babası ve İshak Aleyhisselâm'ın oğludur. Bir adı da İsrail olduğundan bu sülâleden gelenlere İsrail oğulları mânasına, Benî İsrail denilmektedir. Büyük oğlunun adı Yehud olduğundan sonradan bunlara Yahudi denilmiştir. (Bak: Yusuf A.S.)
YAKUT
Çeşitli renkleri olan kıymetli bir süs taşı.
YAKUT-U MÜZAB
Erimiş yakut. * Göz yaşı. * Kan. * Kırmızı şarap.
YAKUT-U ZERD
Sarı yakut. * Güneş.
YAKZA
Uyanıklık. Dikkatte olma.
YAKZÂN
Uyanık.
YAKZATEN
Uyanık olarak. Şuurlu ve dikkatli surette.
YÂL
f. Kuvvet, güç. Boyun, gerdan.
YÂL Ü BÂL
Boybos düzgünlüğü.
YALAK
Hayvanların su içmelerine mahsus içi oyuk kütük veya taş. Çeşmelerin musluğu altına konulan tasa da bu ad verilir.
YALAN
(Bak: Kizb)
YALDIZ
t. Cilâ. * Parlatmağa yarıyan şey.
YALE
f. Sığır boynuzu.
YALMEND
f. Aile reisi. Aile başkanı.
YA'LUL
(C.: Yeâlil) Beyaz bulut. * Su üzerinde peydâ olan kabarcık. * Çift hörgüçlü deve.
YALVANE
f. Kırlangıç kuşu.
YAM
f. Posta beygiri.
YAMAK
Yardımcı, yardak, muavin.
YA'MELE
İşe dayanıklı cins dişi deve.
YAMUR
Başının ortasında bir sürü boynuzları olan bir cins geyiğin erkeği.
YA'MUR
(C.: Yeâmir) Bir nevi ağaç. * Oğlak. Kuzu.
YAN
f. Hastanın sayıklaması.
YANESUN
Anason otu.
YA'Nİ
(Yâni) Bundan maksat, demek, demek isteniyor ki.
YANİ'
Kıvama gelmiş, olmuş. Pişkin.
YANKESİCİ
Biçimine getirerek insanın üzerinden gizlice birşey çalan hırsız.
YÂR
f. Dost, ahbab, tanıdık. * Yardımcı. * Âşık. Mâşuk, sevgili.
YARA
f. Güç, kuvvet, kudret, takat.
YÂRÂN
f. Dostlar. Sâdık arkadaşlar. Sevgililer.
YARANE
f. Dostça.
YÂRÂN-I AŞK
Âşıklar, aşk dostları.
YÂRÂN-I SAFÂ
Zevk ve eğlence ile vakit geçiren dostlar. Safâ dostları.
YÂRE
Yara.
YÂRE
f. Bilezik.
YÂRE-İ HİCRAN
Ayrılık yarası.
YAREK
f. Dölyatağı. Meşime.
YÂR-I BÎVEFÂ
Vefasız dost.
YÂR-I CİHAR
(Bak: Çar yâr)
YÂR-I GAR
Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın en sâdık sahabesi Hazret-i Ebubekir Radıyallahü Anh'ın ünvanı. Hicret esnasında en tehlikeli bir zamanda mağaraya girdiklerinde Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'a sadakatla hizmet ettiğinden bu nam ile anılır. (Bak: Sıddık)
YÂR-I KADÎM
Eski dost.
YARI ÜMMİ
Yazıyı tam yazamayan. * İlmi daha ziyade ilhama istinad eden.