A Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • AFUR

    Boz tüylü ve kısa boyunlu olan geyik. * Zaman.
  • AFÜVV

    Affeden, merhametli.
  • AFV

    Bağışlamak. Kusur ve günâhı affetmek.(Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, ta ki, nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; adeta taksiratından takdis etsin. Evet şeytanı dinliyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de yüz te'vil ile te'vil ettirir. ( $ )sırrıyla: Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Alişan, $ dediği halde nasıl nefse itimat edilebilir. Nefsini ittiham eden kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Kusurunu itiraf etmemek büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar, itiraf etse, afva müstahak olur. L.)(İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü'minin bir tek seyyiesiyle bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinliyen insafsızlar, mü'mine adâvet ederler. Halbuki : Cenab-ı Hak Haşirde adâlet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a'mâl-i mükellefini tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti, mağlubiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiatın esbabı çok ve vücudları kolay olduğundan bazen bir tek hasene ile çok seyyiatını örter. Demek bu dünyada, o adâlet-i İlâhiyye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenâlıklarına kemmiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymetdar bir tek hasene ile, çok seyyiatına nazar-ı afv ile bakmak lâzımdır. Halbuki: İnsan, fıtratındaki zülum damarıyla, şeytanın telkiniyle bir zatın yüz hasenatını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü'min kardeşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl, bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa; bir dağı setreder, göstermez. Öyle de: İnsan garaz damariyle, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unutur, mü'min kardeşine adâvet eder. İnsanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesad âleti olur. L.)
  • AFV

    Ayakla basılmadık yer. * Malın iyisi, helâli ve fazlası. * Terketmek. * Mahvetmek.
  • AFV-CU

    Afv isteyen. Afv arayan.
  • AFV-İ ANİL CERAHA

    Huk: Kendisine cinayet yapılmış olan kimsenin, yaralanmadan dolayı malik olduğu kısas, diyet veya hükümet-i adl; yani, ehl-i vukufca tayin edilen diyet hakkını caniye bağışlamasıdır.
  • AFV-İ ANİLKAT'

    Huk: Azalarından biri kesilen bir şahsın, buna karşılık hak kazandığı diyet veya kısas davalarından vaz geçmesi.
  • AFYON

    Lât. Haşhaş sütünün birikmesinden ibaret bir madde.
  • AGÂH

    (Ageh) f. Haberdar. Uyanık. Kalbi uyanık. Malumatlı. Basiretli. Vâkıf. Bilen.
  • AGÂHÂN

    (Agâh. C.) f. Agâhlar, bilenler, bilgililer. Âlimler.
  • AGÂHÎ (AGEHÎ)

    f. Malumat, vukuf, haberdarlık. Uyanıklık, teyakkuz, basiret.
  • AGAL

    Darıltma, kışkırtma. * Çiğnemeden yutma. * Ağıl. * Arı kovanı.
  • AGALİŞ

    f. Kışkırtma. * Birşeye saldırmak için kışkırtma.
  • AGANDE

    f. Sucuk, yastık, minder gibi zorla doldurulmuş olan şeyler. * Bir çeşit zehirli olan haşere, böcek.
  • AGARR

    Çok sıcak gün. * Kendini beğenmiş. * Asil, âlicenâb. * Beyaz.
  • AGARR-ÜL EYYÂM

    En sıcak gün.
  • AGAŞTE

    f. Bulaşmış.
  • AGAVAT

    (Ağa. C.) Saray hizmetlerinde kullanılan harem ağaları.
  • AGAYAN

    Ağalar.
  • AGAZ

    f. Başlama. Mübâşeret.
  • AGBA

    Daha küt, en küt. * Daha koyu, en koyu.
  • AGBER

    Çok tozlu.
  • AGBEŞ

    Boz renkli.
  • AGBİYA

    (Gabi. C.) Ahmaklar, gabiler.
  • AGDEF

    Uzun ve sarkık kulaklı.
  • AGDİYE

    (Gada ve Gıda. C.) Yenip içilecek gıdalar.
  • AGEL

    (Bak: İkal)
  • AGENDE-GUŞ

    f. Söz dinlemeyen, aldırmayan, alçak ve hayırsız kimse.
  • AGESTE

    f. Islanmış, ıslak.* Bulaşmış.
  • AGFER

    Mağfiret eden, bağışlayan, afveden.
  • AGFER-ÜL-GAFİRÎN

    Afvedenlerin en çok afvedeni. (Allah).
  • AGIRRA

    (Garîr. C.) Tecrübesizler, safdiller, acemiler. * Mağrurlar.
  • AGİN

    f. Dolu, doldurulmuş.
  • AGİSNA

    Bize imdad eyle, yardım ihsan eyle (meâlinde duâ.)
  • AGİŞ

    f. İlişik, sarkık. * Uzatılmış.
  • AGİYYE

    İçine su biriken çukur.
  • AGLAK

    (Galak. C.) Kilitler. * Kapalı, anlaşılmaz şeyler.
  • AGLAL

    Ağaçlar arasında akan su. (Bak: Eglâl)
  • AGLAL

    (Gull. C.) Boyna geçirilen zincirler. * Kelepçeler, pırangalar.
  • AGLAZ

    (Galiz. den) kaba ve galiz şeyler.
  • AGLEB

    Daha galib. Çok kerre, ekseriya. Çoğu. ("Ağleben - Ağlebâ" şeklinde de kullanılır.)
  • AGLEB-İ HÜKEMÂ

    Hakîmlerin çoğu. Hakîmlerin ekserisi.
  • AGLEB-İ İHTİMAL

    Büyük bir ihtimal.
  • AGLEF

    Sünnetsiz. * Sandıkta kapalı. * Mc: Katılaşmış, duygusuz kalb.
  • AGLEZ

    (Galiz. den ism-i tafdil) Pekçok kaba ve galiz.
  • AGMA

    Yıldız. Yıldız akması.
  • AGMAD

    (Gımd. C.) Bıçak ve kılıç kınları.
  • AGMAK

    Yukarı kalkmak, yükselmek, yukarıya meyletmek. * Buhar olup yukarı kalkmak, buharlaşmak.
  • AGMAR

    (Gamr. C.) Yüce kimseler. * Seller. * (Gumr. C.) Bilgisizler, cahiller.
  • AGMAZ

    (Gamz. C.) Göz yummalar, göz kırpmalar.