A Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • AKESE

    f. Ökse. * Bir şeye ilişmiş, asılmış.
  • AKEVKA'

    Kısa boylu.
  • AKF

    Hapsetmek. Vakfetmek.
  • AKF

    Eğmek, meylettirmek.
  • AKFA

    (Kafâ. C.) Başın arka kısımları. Enseler.
  • AKFAL

    (Kufl. C.) Kilitler. Kapı kilitleri.
  • AKFAR

    (Kafr. C.) Sahralar, çöller.
  • AKFAS

    (Kafas. C.) Hamal küfeleri. * Kafesler.
  • AKFEN

    Kulağı küçük ve kalın olan.
  • AKFER

    Çok kısır, en kısır. * İki ön ayakları dirseğine kadar beyaz olan at
  • AKHAF

    (Kıhf. C.) Ağaç kaplar, ağaçtan yapılmış kaplar. * Kafa tasları.
  • AKHEB

    Rengi bozrak olan ak nesne.
  • AKHEBAN

    Fil, câmus.
  • AKHER

    En kahredici, çok kahreden.
  • AKIL

    (Bak: Akl)
  • AKILCILIK

    (Rasyonalizm) fels. İnsanın, akılla gerçeğe uygun bilgiyi bulabileceğini, aklın doğru kabul ettiği bilginin şübhe götürmez kesinlikte doğru olduğunu kabul ettiği felsefe. Tenkitçi felsefe, deneyci felsefe, psikoloji ve sosyoloji bu felsefenin aşırı iddialarını çürütmüştür. Bugünkü ilim adamları herşeyi tam doğru olarak biliyoruz iddiasından uzak, daha alçak gönüllü bir hareket tarzını benimsemektedirler. (... izm) şeklinde ifade edilen görüşlere körü körüne ve acele ile bağlanmayı doğru görmemektedirler.
  • AKIL-FÜRUŞ

    f. Akıl satan, daha akıllı olduğunu göstermeğe çalışan.
  • AKILSUZ

    f. Aklı yandıran, aklı gideren.
  • AKINCI

    Keşif, yağma ve tahrib kasdıyla ecnebi memleketlere akın yapan kişi. Akıncılık, Osman Bey zamanında başlamıştır.
  • AKINTI

    Bir sıvı cismin mütemadiyen hareketi, akış. * Nehir veya deniz suyunun bir tarafa doğru cereyanı. * Bazı hastalıklarda vücuttaki bir delikten cerahat akması.
  • AKIS

    İnatçı, muannid.
  • AKİ

    (Akk. dan) İsyan eden, başkaldıran, âsi.
  • AKİB

    Ayağın ökçesi. Adamın evlâdı, evlâdının evlâdı.
  • AKÎB

    Bir şeyin ardından gelen. Arkası sıra giden.
  • AKİD

    Aralarında akid yapanlardan her birisi. (Bak: Akd)
  • AKİDE

    İnanılan ve itikad edilen esas. İmân. * Bir nevi şeker adı.
  • AKİDE-İ TEVHİD

    Allah'ın bir olduğuna inanmak.
  • AKİFAN

    Uzun ayaklı karınca. * Araptan bir kabile adı.
  • AKİK

    Bunaltıcı sıcaklık.
  • AKİK

    Meşhur ve kıymetli, ekseriya kırmızı renkte olan ve yüzük gibi şeylere takılan taş. * Hicaz vilâyetinde bir vâdi. * Yolunu yaran gür su.
  • AKİKA

    Yeni doğan bir çocuğun başındaki ana tüyü. Yahut böyle bir çocuk için Cenab-ı Hakk'a şükür niyetiyle kesilen kurbanın adı. Bu kurbana "Nesike" de denir.
  • AKÎLE

    (C.: Akayil) Baba tarafından akraba. * Her şeyin en iyisi.
  • AKİM

    (C.: Akâm-Ukum) İçinde giyecek olan büyük çuval.
  • AKÎM

    Neticesiz, sonu yok. Beyhude. * Yağmur getirmeyen rüzgar. * Çocuğu olmayan, kısır. Doğurmayan (kadın), doğurtmayan (erkek).
  • AKİR

    Yaralanmış, cerih.
  • AKİRE

    Ses, sedâ, savt.
  • AKİS

    (Aks) İnatçı, muannid.
  • AKİS

    Tersine dönen, vuran, çarpan. Akseden.
  • AKİS

    (Aks) Bir şeyin zıddı, simetriği, tersi. * Hareketli bir cismin hareketinin tersine dönmesi. * Bir şeyin evvelinin âhirine, âhirinin evveline dönmesi. * Çarpışma, çarpıp geri dönme. * Mantıkta: Bir düşünme ve akıl yürütme şekli; bir iddianın konusunu yüklem, yüklemini konu yapmakla bir sonuç elde etmek. Meselâ : "Her sanatkâr kabiliyetli "yetenekli" dir. O halde bazı yetenekliler sanatkârdır."
  • AKİS

    Yere gömüp köklendikten sonra kestikleri üzüm çubuğu. * Üzerine yağ koyup içtikleri taze süt. * Sütlü çorba.
  • AKİSA

    (C.: İkâs) Saç örgüsü.
  • AKİSE

    Işığı aksettiren âlet.
  • AKİSE

    Çok fazla deve. * Karanlık gece.
  • AKK

    Serkeş, inadçı.
  • AKK

    (C.: Ukuk) Serkeşlik. Anaya, babaya itaatsizlik. * Yarmak. * (Koyun) kuzularken ölmek.
  • AKKÂL

    Çok yiyen, obur. * Tıb: Etrafındaki etleri çürütüp mahveden (yara).
  • AKKÂM

    Deve kiralayıcısı, deve ile ücret karşılığında eşya taşıyan adam. * Hacca Surre-i Hümayun ile birlikte giden hademe. * Çadır mehteri.
  • AKKOR

    (Bak: Nâr-ı beyza)
  • AKKUB

    Devenin çok yediği yassı yapraklı bir dikenli ot.
  • AKL

    (Akıl) Men'etmek. * Sığınacak yer. * Kırmızı mihfe örtüsü. * Diyet. * İnsanın; hayrı, şerri ve ilimleri anlayan, sebeblerden neticeleri çıkaran ve eserden eser sahibine intikal eden hassası. Düşünme ve anlama kabiliyeti. Zihin, zekâ, tefehhüm, fehim, irade, anlayış, kuvve-i hâfıza, mülâhaza, re'y, yaptığını bilme. İlim, zihinde hâsıl olan sûret. İnsan zihninin sıfatı. Kalbde Hak ve bâtılı ayırdedebilen bir nur. * Huk: Bir cinayetten dolayı, icab eden diyeti vermektir. Diyet mânasına da kullanılır. Akıl, esasen imsak ve imtisak mânasınadır. Diyet vermek, kan dökülmesini men' ve imsak edecek müeyyid bir kuvvet mesâbesinde olduğundan bu cihetle de diyete akl denilmiş olması melhuzdur. (Huk. L.)(Mütekellimînin mütebahhirîn ulemasından olan Mu'tezile imamları, zinet-i surîsine meftun olup, o mesleğe ciddi temas ederek, aklı hâkim ittihaz ettiklerinden, ancak fâsık, mübtedi bir mü'min derecesine çıkabilmişler. S.)(Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resul-ü Ekrem'in (A.S.M.) sünnetleri birer yıldız, birer lâmba vazifesini gördüklerini gördüm. Herbir sünnet veya bir hadd-i şer'i, zulmetli dalâlet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda insan, zerre miskâl o sünnetlerden inhiraf ve udul ederse; şeytanlara mel'abe, evhama merkep, ehval ve korkulara ma'rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye olacaktır. Ve kezâ, o sünnetleri, sanki semadan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki; onlara temessük eden yükselir; saadetlere nail olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minare ile semâya çıkmak hamakatinde bulunan fir'avn gibi bir fir'avn olur. M.N.)