A Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • ALÎN

    Aleni, açık.
  • ALİVRE

    Elde edildiği vakit teslim edilmek üzere, bir mahsul üzerine önceden yapılan satış.
  • ALİYY

    Necip, büyük, yüksek, meşhur, namdar, ünlü.
  • ALİYY-ÜL A'LA

    En üstün, birincilerin birincisi. En yüksek. Pek iyi.
  • ALİYY-ÜL MURTAZA (R.A.)

    Esedullah, Aliyy-ibni Ebi Talib, Ebutturâb, İmâm-ı Ali isimleri ile de anılır.Hz. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) amcası Ebu Tâlib'in oğlu olup Hicretten yirmiüç yıl önce doğmuş ve Bi'setin ikinci günü daha on yaşında iken imân etmiş, hiç putlara tapmamıştır. Bunun için mübârek ismi söylendiğinde, Kerremallâhü Veche diye tâzim edilir. Bütün gazâlarda, din muharebelerinde çok kahramanlık ve fedâkârlığından dolayı "Esedullâh: Allah'ın aslanı" nâmını da almıştır. Aşere-i Mübeşşeredendir. Ayetle medhedilmiştir. Kendinden evvelki üç Halife-i kirâma (R.A.) seve seve biat etmiş, onlara Şeyh-ül İslâm gibi hizmetlerine iştirak etmiştir. Evliyânın reisidir. Hicretin kırkıncı yılında şehid edilmiştir. (R.A.) Bu vesile ile onunla alâkalı bir dersten kısa ve mühim bir kısmı yazıyoruz:(... Hem nakl-i sahih-i kat'î ile İmam-ı Ali'ye demiş: "Sende Hazret-i İsa (A.S.) gibi iki kısım insan helâkete gider. Birisi ifrat-ı muhabbet; diğeri, ifrat-ı adâvetle. Hazret-i İsâ'ya Nasrâni, muhabbetinden hadd-i meşrudan tecavüz ile hâşâ ibnullâh dediler. Yahudi, adâvetinden tecâvüz ettiler, nübüvvetini ve kemâlini inkâr ettiler. Senin hakkında da bir kısım, hadd-i meşru'dan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir." $ demiş, bir kısmı senin adâvetinden çok ileri gidecekler; onlar da Havâricdir ve Emevîlerin bir kısım müfrit taraftarlarıdır ki, onlara Nâsibe denilir.Eğer denilse: Al-i Beyte muhabbeti Kur'an emrediyor. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm çok teşvik etmiş, o muhabbet Şialar için belki bir özür teşkil eder. Çünkü, ehl-i muhabbet bir derece ehl-i sekirdir. Ne için Şialar, hususan Rafiziler, o muhabbetten istifâde etmiyorlar? Belki işâret-i nebeviye ile o fart-ı muhabbetten mahkûmdurlar?"Elcevab: Muhabbet iki kısımdır: Biri; mânâ-yı harfiyle, yani Resul-ü Ekrem Aleyhhissalâtü Vesselâm hesabına, Cenâb-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Al-i Beyti (R.A.) sevmektir. Şu muhabbet Resul-ü Ekrem'in (A.S.M.) muhabbetini ziyadeleştirir. Cenab-ı Hakkın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşru'dur, ifratı zarar vermez, tecâvüz etmez, başkalarının zemmini ve adâvetini iktizâ etmez.İkincisi: Manâ-yı ismiyle muhabbettir. Yâni: Bizzat onları sever. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı düşünmeden Hazret-i Ali'nin kahramanlıklarını ve kemâlini; ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin'in yüksek faziletlerini düşünür; sever. Hatta Allah'ı bilmese de, Peygamberi tanımasa da yine onları sever. Bu sevmek Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın muhabbetine ve Cenab-ı Hakkın muhabbetine sebebiyyet vermez; hem ifrat olsa, başkaların zemmini ve adâvetini iktiza eder.İşte işâret-i Nebeviyye ile Hazret-i Ali hakkında ziyâde muhabbetlerinden Hazret-i Ebu Bekir-i Sıddık ile Hazret-i Ömer'den teberri ettiklerinden hasârete düşmüşler ve o menfi muhabbet sebeb-i hasarettir. M.)
  • ALİZARİN

    Fr. Eskiden kök boyası denilen bitkiden çıkarılırken, şimdi kimya usulleriyle hazırlanan boya maddesi.
  • ALİZE

    Fr. Tropikal bölge denizlerinde sürekli olarak esen rüzgârın adı.
  • ALİZENDE

    f. Çifteli at.
  • ALKAM

    Acı salatalık, hıyar.
  • ALKAME

    Acılık, acı tat. Acı hıyar.
  • ALKIŞ

    Tar: Padişahlarla vezirlerin kadirlerini yükseltmek maksadıyla yapılan merasim hakkında kullanılan bir tabir.
  • ALKOL

    Fr. Mayalanmış içkilerin damıtılmasıyla elde edilen sıvı madde. Sarhoş edici etkisi vardır. Alkollü içkiler hem beden sağlığına, hem de ruh sağlığına zararlıdır. Dinimizde her türlü alkollü içkinin azı da çoğu da haramdır.
  • ALLAF

    Yulaf satan kimse.
  • ALLAH

    İnsanı, dünyayı, kâinatı, görülen veya görülemiyen bütün varlıkların yaratıcısı. Allah ezelidir; yani varlığının başlangıcı yoktur, çünki yaratılmamıştır ve varlığı devamlıdır, sonsuzdur. Hiç bir şey yokken o yine vardı. Allah'ın ilmi, kudreti ve iradesi ve diğer sıfatları da sonsuzdur. O herşeyi ve hepimizi her an bilir ve görür. Allah'ı doğru olarak bilmek için ondört sıfatını doğru ve tam anlamıyla bilmek lâzımdır. Allah ismi bu sıfatları da kapsar. Allah'ın müslümanlarca zikredilen 99 ismi vardır. Bu isimler, O'nu doğru olarak bilmemiz, Allah'ı daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Allah'a Tanrı demek çok yanlıştır. Allah isminin mânasını ifade eden başka bir kelime hiç bir dilde yoktur. Tanrı sözü müslümanlıktan önceki Türklerin şamanizm denilen batıl dinlerinde güneş ilâhı manasına gelen Tengri sözünün bugünkü dilde aldığı şeklidir.(Bütün Esmâ-i Hüsna'nın ifâde ettiği mânalar ile bütün sıfât-ı kemâliyeye Lâfza-i Celâl olan "Allah", bil'iltizam delâlet eder. Sair ism-i haslar yalnız müsemmalarına delâlet eder. Sıfatlara delâletleri yoktur. Çünki: Sıfatlar, müsemmalarına cüz olmadığı gibi aralarında lüzum-u beyyin de yoktur. Bu itibarla ne tazammunen ve ne iltizâmen sıfatlara delâletleri yoktur. Amma Lâfza-i Celâl bil-mutâbakat Zât-ı Akdese delâlet eder. Zât-ı Akdes ile sıfât-ı kemaliyye arasında lüzum-u beyyin olduğundan, sıfatlara da bil-iltizam delâlet der. Ve kezâ Uluhiyet ünvanı Sıfât-ı kemâliyyeyi istilzam etmesi ism-i has olan "Allah"ın da o sıfâtı istilzam ettiğini istilzam ediyor. Ve kezâ, "Allah" kelimesi de, nefiyden sonra sıfatlar ile beraber düşünülür. Binâenaleyh, "Lâ İlâhe İllallah" kelâmı, Esmâ-i Hüsnânın adedince kelâmları tazammun ediyor. Bu itibarla, şu Kelime-i Tevhid kelâmı delâlet ettiği sıfatlar itibariyle bir kelâm iken bin kelâm oluyor. M.N.)
  • ALLAHÜ A'LEM Bİ-S-SAVAB

    Allah daha iyi bilir. Allah doğrusunu en iyi bilir.
  • ALLAK

    Sözünde durmaz. * Hilekâr, kendisine güvenilmesi doğru olmayan.
  • ALLAK

    Sakızcı.
  • ALLÂM

    En çok bilen, her şeyi hakkı ile bilen. (Cenâb-ı Hakka mahsus bir sıfat olup, başka mahluka denemez.)
  • ALLÂME

    Çok büyük alim. Meşhur olmuş büyük mütefekkir. Her ilimde ihtisas sahibi.
  • ALLÂME-İ KÜLL

    Bir şeyin ilmine vâkıf olan. Bir hususda ihtisas sahibi olan.
  • ALLÂM-ÜL GUYUB

    Esma-i Hüsnadandır. Bütün gaybları, geçmişi, geleceği, hazırda olmayanı, dünyadakileri, âhirettekileri ve her şeyi bilen Cenab-ı Hak.
  • ALLET

    Kişinin, avreti üstüne aldığı ikinci avret. * Üvey ana.
  • ALLÜSİNASYON

    Fr. (Bak: Hallüsinasyon)
  • ALMAN

    Almanyalı, Cermen.
  • ALMANAK

    Fr. Kitab biçiminde bir çeşit takvimdir. Senenin bölümlerinden başka bayram, yıldönümü gibi muayyen günleri gösterir; ayrıca astronomi, meteoroloji, istatistik bilgiler de verir.
  • ALOTROPİ

    Kimya bakımından bir değişiklik olmadığı halde bir cismin ayrı hususiyetler göstermesi hali. Meselâ : Kırmızı ve beyaz fosfor arasında, birleşim farkı yoktur. Buna rağmen renklerinin ayrı oluşu bir alotropi halidir.
  • ALPAKA

    Güney Amerika'da yaşayan ve büyüklüğü keçi ile deve arasında olan bir hayvan. * Bu hayvanın kılından mamul bir cins ince yünlü kumaş.
  • ALS

    Karıştırmak.
  • ALTAYS

    Düz, berrak, kaypak nesne.
  • ALTBİLİNÇ

    (Bak: Şuuraltı)
  • ALTIN KOZAK

    Padişahlar tarafından yabancı hükümdarlara gönderilen nâme-i hümayunun konulduğu muhafaza.
  • ALTIPATLAR

    Revolver denilen mükerrer ateşli, altı mermi alan tabanca.
  • ALU

    f. Erik, şeftali. * Tuğla fırını.
  • ALU-BÂLU

    f. Vişne.
  • ALUD

    (Alude) f. Karışmış, karışık, mülevves. Bulaşmış.
  • ALUDE-DÂMÂN

    f. Eteği bulaşık, iffetsiz kadın.
  • ALUDE-GÂN

    f. (Alude. C.) Suçlular, kabahatliler. Bulaşıklar, bulaşmışlar.
  • ALUDE-GÎ

    f. Dalmış, garkolmuş. Bulaşıklık.
  • ALUFE

    (Ulüf. C.) Hayvan yemi.
  • ALU-GÜRDE

    f. Caneriği.
  • ALUK

    Arzu. * Kendi yavrusundan başka yavruyu emzirmek isteyip yine burnuyla koklayıp emzirmeyen deve. * Devenin otladığı ot. * Süt.
  • ALUS

    f. Naz veya kırgınlık sebebiyle göz ucuyla bakmak.
  • ALUSÎ

    f. Nazlanarak göz ucu ile bakan kimse.
  • ALU-YU BUHARA

    Türkistan eriği.
  • ALÜFTE

    f. Muhabbet ve sevgiden deli gibi. * Alışık, nâmus perdesi yırtık, iffetsiz kadın. Fâhişe.
  • ALÜFTE-GÂN

    f. (Alüfte. C.) Nâmus perdesi yırtık kadınlar. Fâhişeler.
  • ALÜGDE

    f. Saldırıcı, şiddetle saldıran.
  • ALÜVYON

    Nehirlerin sürükleyerek taşıdığı toprak.
  • ALYA

    Yüksek yer, yükseklik. * Gökyüzü.
  • ALYAN

    Uzun, iri yarı kimse.