Yaşı büyük deve. * Uzun, tavil. * Avazla çağırmak.
ANDELİB
Bülbül. Seher kuşu. * Mc: Hz. Resul-u Ekrem'in (A.S.M.) bir ismi.
ANDELİBÂN
f. Andelibler, bülbüller.
ANDEM
Tıb: Kanı durdurmak için kullanılan bir çeşit reçine.
ANDEZİT
Yanardağ lâvlarının soğumuş kalıntısı.
A'NEB
Büyük burunlu adam, burnu iri olan adam.
ANEBAN
Erkek geyik.
ANED
Cânib ve nâhiyeler.
ANEDE
Çok inatçılar. Muannidler.
ANEF
Kabalık (inceliğin zıddıdır).
ANEM
Bir ağaç cinsi ki, kızıl yumuşak budakları olur.
ANEN
Arız olmak.
ANEN FE ANEN
Zamanla, gittikçe, devamlı.
ANESE
Ünsiyet etmek. Karşılıklı görüşmek, arkadaş olmak, yakınlık göstermek. (Vahşetin zıddı)
ANESTEZİ
yun.Tıb: Bütün vücutta veya vücudun bir kısmında hislerin az veya çok miktarda kaybı.
ANEŞNEŞ
Uzun boylu.
ANET
Günah. Zinâ . * Helâk. * Fesâd. * Meşakkat. * Kalb darlığı. * Hata. Galat. * Tıb: Kırılan bir kemiğin sarıldıktan sonra tekrar kırılması.
ANET
Cimâdan âciz olmak. * Ağaçtan yaptıkları deve ağılı.ANET : $ (C:Anât) Fâsık. * Diz kılı. * Yaban eşeği sürüsü. * Fırat ırmağı kenarında bir köyün adı.
ANEZE
Ucu demirli uzun ağaç, (ki asâdan uzun, süngüden kısa olur.)
ANFE
Dudak altında biten kıllar.
ANGÂH
(Angeh) f. O vakit. Ondan sonra.
ANGARYA
yun. Ücretsiz olan iş. Meccanen görülen iş. Baştan savma görülen iş. (Bak: Suhre)
ANGLİKAN
İngiliz kilisesine bağlı kimse.(Anglikan Kilisesine Cevap:Bir zaman bî-aman İslâmın düşmanı, siyâsi bir dessas, yüksekte kendini göstermek isteyen vesvas bir papaz, desise niyetiyle, hem inkâr suretinde, hem de boğazımızı pençesiyle sıktığı bir zaman-ı elimde pek şematetkârane bir istifhamiyle dört şey sordu bizden. Altıyüz kelime istedi. Şemâtetine karşı yüzüne "Tuh!" demek, desisesine karşı; küsmekle sükut etmek, inkârına karşı da; tokmak gibi bir cevab-ı müskit vermek lâzımdı. Onu muhatab etmem. Bir hakperest adama böyle cevabımız var:O dedi birincide: "Muhammed (A.S.M.) dini nedir?" Dedim: İşte Kur'andır. Erkân-ı sitte-i İman, erkân-ı hamse-i İslâm, esas maksad-ı Kur'ân.Der ikincisinde: "Fikir ve hayata ne vermiş?" Dedim: Fikre tevhid, hayata istikamet. Buna dâir şâhidim: $Der üçüncüsünde: "Mezâhim-i hâzıra nasıl tedavi eder?" Derim: Hurmet-i riba, hem vücub-u zekâtla. Buna dair şahidim: $ da. $Der dördüncüsünde: "İhtilâl-i beşere ne nazarla bakıyor?" Derim: Sa'y, aslı esasdır. Servet-i insaniye, zâlimlerde toplanmaz, saklanmaz ellerinde. Buna dair şahidim: $
ANGLOSAKSON
Büyük Britanya'da yerleşen Germen ırkından aşiretlerin adı. * Ana dili İngilizce olan şahıs.
ANHA MİNHA
Şundan bundan, şöyle böyle ederek, şu bu, öteberi.
ANHÜ (ANHÂ)
Ondan. (İşaret zamiri).
ANHÜM
Onlardan (mânasına işaret zamiri).
ANHÜMÂ
Her ikisinden.
AN-I SEYYALE
Gelip geçici az bir an.(Vacib-ül Vücud'a intisabını bilen veya intisabı bilinen herbir mevcud, sırr-ı vahdetle, Vâcib-ül Vücud'a mensub bütün mevcudatla münasebetdar olur. Demek her bir şey, o intisab noktasında hadsiz envar-ı vücuda mazhar olabilir. Firaklar, zevaller, o noktada yoktur. Bir ân-ı seyyâle yaşamak, hadsiz envâr-ı vücuda medardır. Eğer o intisab olmazsa ve bilinmezse, hadsiz firaklara ve zevallere ve ademlere mazhar olur. Çünki o hâlde alâkadar olabileceği herbir mevcuda karşı bir firakı ve bir iftirakı ve bir zevâli vardır. Demek kendi şahsi vücuduna, hadsiz ademler ve firaklar yüklenir. Bir milyon sene vücudda kalsa da, intisabsız - evvelki noktasındaki o intisabdaki - bir an yaşamak kadar olamaz. Onun için ehl-i hakikat demişler ki: "Bir ân-ı seyyâle vücud-u münevver, milyon sene bir vücud-u ebtere müreccahtır." Yani: "Vücud-u Vâcibe nisbet ile bir an vücud, nisbetsiz milyon sene bir vücuda müreccahtır." Hem bu sır içindir ki, ehl-i tahkik demişler: "Envâr-ı vücud, Vâcib-ül Vücudu tanımakladır." Yâni: "O hâlde kâinat, envar-ı vücud içinde olarak melâike ve ruhaniyat ve zişuurlar ile dolu görünür. Eğer onsuz olsa; adem zulümatları, firak ve zeval elemleri herbir mevcudu ihata eder. Dünya, o adamın nazarında, boş ve hâli bir vahşetgâh suretinde görünür." M.)