Pek ma'ruf, çok bilen. Arif. * Çok anlayışlı, fazla bilgili. * Yelesi ve boynu uzun olan at.
AREFE
Kurban bayramından bir evvelki gün.
AREKİYYE
Zinâkâr kadın.
AREKREK
Aceleci, acul. * Kuvvetli büyük deve.
A'REM
Alacalı, benekli (şey).
AREMET
Savurmak için dövülüp toplanmış harman.
AREMİDE
f. İstirahat eden, dinlenen. Rahat kişi.
AREMREM
Kalabalık ordu, çok fazla asker.
AREN
Davar ayağında olan kuru kemre. * Yarık. * Bir nesne yumuşak olmak.
ARENC
f. Dirsek. * Gidiş, tarz, usül, metod.
ARENDE
f. Birşey getiren kimse.
ARENG
f. Dirsek. * Dert, keder. * Hile, dubârâ. * Tarz, tavır, üslüb. * Vali, hakim. * Zannolunur ki, galiba, öyledir, benzer gibi bir yakınlık ve benzerlik ifâde eder.
AREOMETRE
yun. Sıvıların yoğunluk derecesini ölçmeye yarayan âlet. Arşimet'in keşfettiği kanuna istinad edilerek yapılan bu alet, içi boş cam bir silindir ile bunun üst kısmındaki dereceli bir çubuktan ibarettir.
ARES
Hayranlık.
ARESTE
f. Süslenmiş, bezenmiş.
ARET
f. Dirsek.
ARF
Güzel koku. * Yüksek yer. * Atın yelesi. * Horozun ibiği.
ARF
(C: A'râf) Rüzgâr. * El ayasında çıkan çıban.
ARFA
(Müz: A'raf) Yeleli. * Sırtlan.
ARGO
Fr. Bir meslek veya topluluk sınıfı arasında kullanılan özel söz. * Mc: Serserilerin ve külhanbeylerin kullandığı söz veya deyim.
ARGON
yun. Kim: A sembolü ile gösterilen renksiz, kokusuz ve tatsız bir gaz. Havada % 1 nisbetinde bulunur.
ARIK
Uykusuz kimse, uykusuz olma halindeki.
ARINMAK
t. Temizlenmek, pâk olmak.
ARÎF
Çok irfanlı, çok tanınmış, meşhur âlim. * Bir işten iyi anlayan.
ARİFLERİN MEZAKLARI
Ariflerin zevkaldığı yer ve hususlar.
ARİG
f. Kırılma, gücenme. * Kıskançlık, kin, nefret, adavet, düşmanlık.
(Doğum : M.Ö. 384) Yunan filozoflarından olup Eflatun'un talebesidir. Mantık, ahlâk, siyaset, iktisad, felsefe kitapları vardır. Ruhun bakiliğine inanırdı. Tecrübeden ziyâde akla fazla kıymet verdiğinden çok yanılmıştır. (Silsile-i felsefenin en mükemmel fertleri ve o silsilenin dâhileri olan Eflatun ve Aristo, İbn-i Sina ve Fârâbi gibi adamlar "İnsaniyetin gayet-ül gayâtı : (Teşebbüh-ü Bil-vâcib) dir. Yâni Vacib-ül Vücud'a benzemektir." deyip fir'avunane bir hüküm vermişler ve enaniyeti kamçılayıp şirk derelerinde serbest koşturarak, esbabperest, sanemperest, tabiatperest, nücumperest gibi çok enva-i şirk taifelerine meydan açmışlar. İnsaniyetin esasında münderic olan acz ve zaaf, fakr ve ihtiyaç, naks ve kusur kapılarını kapayıp, ubudiyetin yolunu seddetmişler. Tabiata saplanıp, şirkten tamamen çıkamayıp, şükrün geniş kapısını bulamamışlar...Nübüvvet ise: Gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı İlâhiyye ile ve secaya-yı hasene ile tahalluk etmekle beraber, aczini bilip kudret-i İlâhiyyeye iltica, zaafını görüp kuvvet-i İlâhiyyeye istinad, fakrını görüp rahmet-i İlâhiyyeye itimad, ihtiyacını görüp gına-yı İlahiyyeden istimdad, kusurunu görüp afv-ı İlahiyyeye istiğfar, naksını görüp kemâl-i İlahiyyeye tesbihhan olmaktır diye, ubudiyetkârane hükmetmişler.İşte diyanete itâat etmiyen felsefenin böyle yolu şaşırdığı içindir ki; ene, kendi dizginini eline almış, dalâletin herbir nev'ine koşmuş. İşte şu vecihteki ene'nin başı üstünde bir şecere-i zakkum neşvünema bulup, âlem-i insaniyetin yarısından fazlasını kaplamış. S.)
ARİSTOKRASİ
yun. Âlimlerin ve cemiyette en iyilerin iktidarına dayanan hükümet şekli. Tarihte soylu, imtiyazlı, toprak sahibi, zenginlerin hâkimiyetine dayanan hükümet şekli. Bu şekli ile oligarşi veya plütokrasi adıyla da anılmaktadır. İmtiyazlı azınlığın, çoğunluğu idare etmesidir.
ARİSTOKRAT
yun. Sınıf farkını kabul eden ülkelerde asil sayılan kimse. Asilzâde sınıfından olan.
ARİŞ
f. Anlam, mânâ, kavram, mefhum.
ARİŞ
Samandan yapılan bir çeşit ev. * Çardak, asma çardağı. * Sundurma, takdim ettirme.
ARİŞÎ
f. Manevî. Mânâ ile ilgili.
ARİYE
(Ariyet) Geri verilmek üzere alınan, iğreti. Bir kimsenin geri almak üzere, karşılıksız olarak başkasının faydalanmasına terk ettiği mal. Kullanılmak üzere alınan emanet mal.