Üzüm sıkıntısı. (Kaynatıp koyarlar ve köpüklenir.)
BAZAR
f. Alış-veriş. Ahz ü itâ. * Alış-veriş yeri. Pazar. Üstü açık yer ki, hergün veya belirli günlerde herkes satacağını oraya çıkarıp pazarlıkla veya açık artırmayla satar. * Fiat kararlaştırılıp alış-verişte uyuşmak için yapılan konuşma veya çekişme, pazarlık.
BÂZ-BAN
f. Kuşçu. Doğancı.
BÂZ-DÂR
f. Kuşçu, avcı, doğancı.
BÂZEK
f. Küçük doğan (kuş).
BAZENDE
f. Oynıyan, oynayıcı.
BAZENDE-ZEBAN
f. Boş boğaz, geveze, çok konuşan.
BÂZERGÂN
f. Tüccar, alış veriş eden esnaf. * Bezirgan.* Ağa makamındaki yahudilere verilen isim.
BÂZERGANÎ
f. Tüccarlık, tâcirlik.
BAZ-GEŞT
f. Geri dönme. * Pişmanlık, pişman olma, nedamet. * Gerileme. Çöküş.
BAZGÛN(E)
f. Uğursuz. * Ters, başaşağı.
BAZ-GÜŞA
f. İnsandaki ayırdetme kuvveti.
BAZIA
Tıb: Derisi kopmak üzere olan yara.
BAZIK
Zeki. Anlayışlı. * Üzümün sıkılmış suyu.
BÂZİ
Beğenmeyen, ehemmiyet vermeyen. * Küfürbaz.
BÂZİ
f. Oyun. Eğlence.
BÂZİÇE
f. Oyuncak, eğlence. Mel'abe.
BÂZİG
Ortak, şerik.
BAZİGÂH
f. Eğlence yeri, oyun yeri.
BAZİGEDE
f. Oyun yeri, eğlence yeri.
BAZİGER
f. Oynayan, rakseden, köçek.
BAZİGÛŞ
f. Lâtifeci, şakacı, şen kimse.
BAZİH
Büyük. Âli. Yüce.
BAZİHANE
f. Oyun yeri, eğlence yeri.
BAZİL
(Bezil. den) Bol bol veren, dağıtan. Cömert.
BAZİL
(C.: Büzül-Bevâzil) Sekiz dokuz yaşında olan deve. * Devenin, önce biten dişi. * Şey. * Kan akan baş yarığına "şecce-i bâzile" denir.
BAZİLE
Tıb: Göğüs veya karnın içinde husule gelen gaz veya su şişlerinin mahfazasını delmeye mahsus ve boru içinde mahfuz bir mil.
BAZİR
Ekici, eken.* Dedikodu yapan, laf taşıyan. Geveze.
BAZİRGÂN
Eskiden Musevi tüccarlar hakkında kullanılan bir tabirdi.
BA'ZİYET
Bazılarına âit oluş. Herkese âit olmama. Herkesle alâkalı olmama. Bir şeyin bir kısmı ve bir miktarı.
BAZMANDE
f. Kafasız, ahmak, kabiliyetsiz. * Durmuş, geri kalmış.
BAZOKA
(Bazuka) Tanklara karşı kullanılan bir çeşit silâhtır. Soba borusuna benzer, omuza konarak nişan alınıp ateşlenir.
BAZPES
f. Tekrar, yeniden. * Geri.
BÂZU
f. Kolun omuz ile dirsek arasında kalan kısmı, pazu. Adud. * Mc: Güç, kuvvet ve istidat.
BÂZUBEND
f. Pazvand. Kola bağlanan duâlı kağıt.
BÂZUDİRÂZ
f. Kolu uzun olan. * Nüfuzlu, sözü geçer. * Müdahaleci. * Zâlim, zulmeden.
BÂZ-UL EŞHEB
Akdoğan. * Abdulkadir-i Geylâni Hazretlerinin bir nâmı.
BE
f. Kelime başına getirilerek, Türkçedeki: "de, da, den, dan, ile, için" mânalarında kullanılır.
BEBAN
Tarz, yol, üslup, metod.
BEBGA
Papağan.
BEBR
f. Kaplana benzer, ondan daha büyükçe ve pek yırtıcı bir canavar ki, Hindistanda ve Afrikada bulunur. Saldırdığı zaman derisindeki tüyleri kabarıp korkunç bir manzara arzeder. Arslanı bile korkutur bir hayvandır.
BECA'
Geniş, bol.
BECÂ
f. Yerinde, münasip, lâyık, uygun, şâyeste.
BE-CÂ
f. Yerinde. Yerine. Uygun. Münâsib.
BECÂ NÂ-BECÂ
f. Yerli yersiz.
BECAYİŞ
f. Değişme. Trampa. Birini verip ötekini alma.
BECAYİŞ-İ MEKÂNÎ
f. Yer değiştirme. Mekân değişikliği.
BECBAC
Semiz, besili. * Zayıf kimse.
BECBECE
Çocuk avutmak için yapılan tuhaf hareketler, gürültü.