D Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • DARU-BERD

    f. Debdebe, ihtişam.
  • DARU-HANE

    f. İlâç satılan yer, eczahane.
  • DÂR-UL BELVÂ

    Dünya, imtihan yeri. Belâ ve musibet âlemi.
  • DÂR-ÜL AMÂN

    Sığınılacak, korunulacak yer.
  • DÂR-ÜL CİHAD

    İslâm sınırlarının haricindeki ülkeler.
  • DARÜL HARB

    (Dâr-ül harb) Harp yeri. Müslümanlarla gayr-i müslimler arasında sulh akdedilmemiş memleket. Kâfirlerin ve onların gayr-i islâmi hükümlerinin hâkim olduğu yer. (Bak: Şeair.)
  • DÂR-ÜL HARB

    (Bak: Dârülharb)
  • DÂR-ÜL HİCRE

    Hicret edilen yer. Medine şehri.
  • DÂR-ÜL HİKMET

    Hikmet yeri. Hikmetlerin hükmettiği, hikmet beşiği dünya. * Osmanlı devrinde Şeyh-ül İslâmlık makamının bir ismi.
  • DARÜL HİKMETİL İSLAMİYE

    (Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye) Bu teşkilât, son devirlerde gerek imparatorluk ve gerekse İslâm Aleminde ortaya çıkan bir takım dini mes'elelerin halli ve İslâma yapılan hücumların İslâm ahkâmına göre cevaplandırılması için 12 Ağustos 1334 (25 Ağustos 1918) tarihinde 5. Mehmed Reşat ve Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi'nin zamanda kurulmuştur.Ayrıca halkın her türlü dini ihtiyaçlarını, ilmi bir metodla yerine getirmek için her türlü neşriyat ve beyannameleri ele almakta ve halkımızı dahilî ve haricî tehlikelere karşı tenvir etmekteydi. Ecnebilerin sordukları suallere, komisyonlarda görüşülmek suretiyle resmen cevap verildiği gibi; müracaat eden her müslümana da gerekli cevap veriliyordu.Osmanlı İmparatorluğu'nun karışık ve Avrupa hayranlığının devlet müesseselerinin her kademesinde revaçta olduğu bir zamada, ahlâk ve imanı elde tutmak, bu teşkilâtın en başta gelen vazifelerinden biri idi.Matbuatta İslâma yapılan hücumlara ve İslâmı, hurafeler dini gibi göstermeğe çalışan yazarlara gerekli cevaplar veriliyor ve cezalandırılmaları için de Dahiliye Nezareti'ne resmen müracaat ediliyordu.Bu teşkilâta tâyin olunan azalar azil, tâyin, istifâ ve vefatlarla 28 kadardır. Aslında, dokuz aza, bir reisten teşekkül ediyordu. Bu zâtların tâyinleri gelişi güzel olmadığı gibi, bu teşkilâtın içinde mevcut bulunan üç komisyondan birine (fıkıh, kelâm ve ahlâk) girebilecek ilmî kariyere (meslek) sahip olmaları icab ediyordu.Bu müesseseye "İslâm Akademisi" veya "Yüksek İslâm Şurası" da diyebiliriz. Kuruluşu ile son derece faydalı ve o nisbette hizmetleri olmuş bir teşkilâttır. Fakat kuruluş tarihi olan 1918'den 1922'ye kadar devam etmekle, ancak dört senelik bir faaliyeti olmuştur.
  • DÂR-ÜL HİLÂFE

    Hilâfet Merkezi. Halifenin bulunduğu yer. (Osmanlılar devrinde İstanbul idi ve bir ismi de Dersaâdet idi)
  • DÂR-ÜL HULD

    Baki olan yer. Cennetin bir bahçesi. Cennet.
  • DÂR-ÜL İKAB

    Cehennem. Çok azab çekilen yer.
  • DARÜL İSLAM

    (Dâr-ül İslâm) İslâmiyet merkezi. Müslümanların hâkim olduğu yer.
  • DÂR-ÜL İSLÂM

    (Bak: Dârülislâm)
  • DÂR-ÜL KARAR

    Kararlı surette kalınan, kıyametten sonraki yer. Cennet. Dâr-ül Beka.
  • DAR-ÜL KÜTÜB

    f. Kütübhâne, kitab evi.
  • DÂR-ÜL MAARİF

    Sultan Mecid zamanında Valide Sultan'ın İstanbul'da Sultan Mahmud türbesi civarında yaptırmış olduğu mekteb.
  • DÂR-ÜL MESAİ

    Çalışma yeri. Mesai yeri. Atölye.
  • DÂR-ÜL MÜLK

    Başkent, baş şehir.
  • DÂR-ÜL ULÛM

    İlimler yurdu. Medrese. Ders görülen yer.
  • DAR-ÜL-ACEZE

    Düşkünler, acizler evi. Yoksullar yurdu.
  • DAR-ÜL-FÜNUN

    Üniversite. (1 Ağustos 1933'de İstanbul Dâr-ul Fünunu yerine Üniversite kurulmuştur.)
  • DÂR-ÜN NEDVE

    Müslümanlıktan evvel, Kureyş kabilesinin münakaşalar için toplandığı bir yerin adı olup, Kusey ibn-i Kilâb tarafından kurulmuştur. (Sonradan Hz. Muhammed'e (A.S.M.) karşı bulunanların toplanmalarından dolayı fesat ve münafıkların toplandıkları yer mânâsına kullanılmaya başlanmıştır.)
  • DÂR-ÜS SAÂDE

    Saâdet yeri, saray.
  • DÂR-ÜS SALTANA(T)

    Saltanat yeri. İstanbul.
  • DAR-ÜS SELAM

    Cennetin ikinci katı. * Cennet. Selâmet yeri.
  • DÂR-ÜS SELÂM

    Cennet. Selâmet ve eminlik yeri. * Bağdatın eski ismi.
  • DÂR-ÜS SIHHA

    Hastahâne.
  • DÂR-ÜŞ ŞİFÂ

    Şifa yurdu, sağlık yurdu. * Tımarhâne.
  • DAR-ÜŞ-ŞAFAKA

    İstanbul'da yetim ve öksüzler için kurulmuş olan yatılı lise.
  • DARVİNCİLİK

    19. yy.da yaşamış İngiliz düşünürü Darwin'in kurduğu bir nazariye, görüş. "Evrim teorisi: Tekâmül nazariyesi" adıyla da anılan bu görüşe göre; insan dâhil bütün canlıların başlangıçta tek hücreli canlı olarak meydana geldiklerini, sonra tesadüfen nesilden nesile farklılaşıp başkalaştığını, bu tesadüfî değişikliklerden çevre şartlarına uygun olanlara sahip canlıların yaşadığını, diğerlerinin yok olduğunu, böylece canlıların gittikçe mükemmelleşerek bugünkü şekle girdiğini, insanın da maymun soyundan geldiğini iddia eder. Bu iddianın ortaya atıldığı zamanlarda canlı hücrenin kimyasal ve genetik yapısı bilinmiyordu. Hücre, canlının basit bir yapı taşı zannediliyordu. Bugün elektromikroskoplar sayesinde canlının kimyasal ve genetik yapısıyla ilgili büyük ve önemli keşifler yapıldı. Canlıların sahip oldukları vasıfların hücre çekirdeğinde yer alan ve genlerin yapısını meydana getiren DNA denilen protein moleküllerinde nasıl muhafaza edildiği ve bunların nasıl babadan oğula geçtiği açıklanmıştır. Gerek genlerin, gerek hücrenin yapısında yer alan çeşitli protein molekülleri 20 çeşit amino asit adı verilen daha küçük parçacıkların çeşitli şekilde birleşmesinden meydana gelmiştir. Amino asitlerin meydana gelişi bir yana DNA moleküllerinin ve diğer protein moleküllerinin herbirinin tesadüfen meydana gelip gelemiyeceği matematik olarak hesaplanmıştır. Bir hücredeki tek bir molekülün meydana geliş ihtimali 1 sayısının önüne 240 tane sıfır koyarak elde edilen sayı kadar molekül meydana gelse bunlardan yalnız biri işe yarıyan bir molekül olabilirdi. Tesadüfen bu kadar çok sayıda kimyasal birleşim olabilmesi için kâinatın ömrünün trilyonlarca defa daha fazla zamanın geçmesi gerekir. Daha doğrusu imkânsızdır. Canlı hücrenin bütün moleküllerinin bu şekilde tesadüfen bir araya gelip hücreyi meydana getirmelerini hayal etmek bile imkân dahilinde değildir.Tesadüfen bir hücrenin meydana gelişini açıklamak imkânsız olunca yer yüzündeki bunca canlının tesadüfen meydana geldiğini iddia etmek ise ilim ve akıl dışı bir vehimden başka birşey değildir. İlim adamlarının laboratuvarda yaptıkları çalışmalar sonunda bir canlının değişip başka bir canlı haline gelemiyeceği de ispatlanmıştır. Sirke sineği üzerinde yapılan deneyler sonunda sinekten daha mükemmel bir canlı meydana gelmemiş, aksine kesik kanatlı, hastalıklı, sakat bir yavru sinek doğmuştur. Canlılar "mütasyon" denilen bir kazaya uğradıkları zaman ancak sakat bir yavru meydana geliyor. Kazaya uğrıyan bir araba, jet uçağına dönüşmez, sadece kazalı bir araba meydana gelir. Tek hücreyi yaratan da insanı yaratan da birdir. O da atomdan yıldızlara kadar her varlığın yaratıcısı olan Allah'tır.
  • DARZEM

    Sütü az deve. * Çok ısırıcı olan yılan.
  • DARZEME

    Çok ısırmak.
  • DA'S

    Cimâ etmek. * Süngü ile vurmak. * Az olan nesne ve eser.
  • DA'S

    Titremek. * Zayıf olmak, zayıflamak.
  • DÂS

    f. Orak. * Tuzak. * Sedef otu.
  • DA'SA

    Yumuşak yer.
  • DA'SA

    Güneşten çok ısınan yumuşak, çukur yer.
  • DASAR

    (Dâstâr) f. Tellal, simsar.
  • DASDASA

    Depretmek, tahrik.
  • DASE

    f. Orak.
  • DA'SERE

    Yıkmak.
  • DÂS-I ZERRİN

    Altın orak. * Mc: Yeni ay.
  • DÂSİTÂN

    (Dâstân) f. Destan, sergüzeşt. Geçmiş hâdiseleri anlatan nesir veya nazım halinde yazı. * Şöhret.
  • DÂSİTÂNE-İ AŞK

    Aşk hikâyesi ve destanı.
  • DAŞ

    İsimlerin sonlarına eklenerek eşlik, refakat ve ortaklık bildirir. Meselâ: Arka-daş $ : Refik.
  • DA'ŞERE

    Yıkmak.
  • DAŞTE

    f. Köhne, harab olmuş, eskimiş, yıpranmış. * Mâlik olmuş.
  • DAŞTEN

    f. Tutmak, elde etmek, mâlik olmak, zimmetine geçirmek. * Zabtetmek, gasbetmek, almak. * Görüp gözetlemek. * Eskimek, yıpranmak, harab olmak, köhneleşmek.