D Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • DÂ-ÜL-EFRENC

    Frengi hastalığı.
  • DÂ-ÜL-KALB

    Tıb: Kalb hastalığı, yürek çarpması.
  • DÂ-ÜS-SILÂ

    Sıla hasreti. Vatan hasreti. Kavuşma hasreti.
  • DAV'

    Kaymağı alınmış sığır sütünden yapılmış ekşi yoğurt ve ayran.
  • DAV'

    Hoş kokular kokmak. Depretmek.DAV' : Şule, ziya, ışık.
  • DA'VÂ

    Takib edilen fikir, iddia. * Bir kimsenin hakkını aramak üzere mahkemeye müracaat etmesi. * Hakkı olanın iddia etmesi. Kendini haklı görüp veya zannedip üstün fikirlilik iddia etmek. * Mes'ele. * İnat. Ayak diremek. * Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek. * Bir kimseyi bir şeye sevketmek. * Birisinin hâkimin huzurunda başka birisinden hak istemesi.
  • DAVA VEKİLİ

    Baro teşkilatının olmadığı yerlerde kanunî izin ile vekil sıfatı kazanan ve dava takibine salâhiyeti olan kişi.
  • DAVACI

    t. Dava açan.
  • DAVAHİ

    Memleket köşeleri.
  • DAVAHİ-S SEB'

    Yedi kat gök.
  • DAVAT

    Devenin başında olan verem.
  • DA'VAT

    (Duâ. C.) Duâlar, niyazlar, çağırışlar. (Bak: Ed'iye)
  • DA'VÂ-YI HALK

    Yaratmak iddiasında bulunmak, halk etmeyi, yaratmayı dâva etmek. (Kâinatta hiçbir kimse da'vâ-yı halk ve iddia-yı icad edemez. Halk eden ancak Cenab-ı Hak'tır.)(Arzı ve bütün nücum ve şümusu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmıyan kimse, kâinatta dâva-yı halk ve iddia-yı icad edemez. Zira her şey, her şeyle bağlıdır. H.)
  • DA'VÂ-YI NÜBÜVVET

    Peygamberlik dava etmek. Peygamber olduğunu ilân etmek.
  • DAVBAN

    Güçlü, büyük deve.
  • DAVC

    (C.: Edvâc) İki şeyin birbirine eğilip ulaşması.
  • DAVDA'

    Meş'ale. * İnsan sesleri.
  • DÂVER

    Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) bir ismidir. * Âdil, insaflı ve doğru olan hükümdar, vezir veya hâkim.
  • DÂVERÂNE

    f. Doğruluk ve adaleti seven bir büyüğe yakışacak tarzda. * Hâkim ve vezirle alâkalı olan.
  • DÂVERÎ

    f. Hâkimlik, hükümdarlık. * Mahkeme ve dâvâ. * Kötü ile iyiyi birbirinden ayırt etme. * Kavga, mücadele.
  • DA'VET

    Çağırma. Ziyafet. Duâ. * Bir fikri kabul ettirmek için deliller söylemek.
  • DAVİTA

    Havuzun dibinde olan balçık. * Çöküklük. * Suyu çok olduğundan elde durmayan sıvı hamur.
  • DAVİYE

    Otsuz çöl.
  • DAVKAA

    şişman ve ahmak olan kimse.
  • DAVLUMBAZ

    Çarkları yandan olan vapurlarda çarkların döndükleri yerleri örtmek için vapurun iki tarafında bulunan iki büyük yarım daire.
  • DAVMERAN

    Fesleğen denilen iyi kokulu çiçek.
  • DAVR

    Ziyan etmek, zarara girmek.
  • DAVTA

    Fakir.* Gövdeli, cesim.
  • DÂVUD (A.S.)

    Kur'an-ı Kerim'de ismi geçer ve Benî İsrail Peygamberlerindendir. Hz. Süleyman'ın (A.S.) babasıdır. Hem Peygamber, hem Sultandı. İbranice Zebur kitabı kendisine nâzil olmuştur. Sesi çok güzeldi. M.Ö. 1010 da vefat ettiği nakledilir. (Bak: Yuşa)(Telyin-i hadid, en büyük bir ni'met-i İlâhiyyedir ki; büyük bir peygamberinin fazlını, onunla gösteriyor. Evet, telyin-i hadid, yâni demiri hamur gibi yumuşatmak ve nühâsı eritmek ve mâdenleri bulmak, çıkarmak; bütün maddi sanâyi-i beşeriyyenin aslı ve anasıdır ve esası ve mâdenidir. İşte şu âyet işaret ediyor ki: "Büyük bir Resule, büyük bir Halife-i Zemine, büyük bir mucize suretinde, büyük bir ni'met olarak; telyin-i hadiddir ve demiri hamur gibi yumuşatmak ve tel gibi inceltmek ve bakırı eritmekle ekser sanâyi-i umumiyeye medar olmaktır." Mâdem bir Resule; hem halife, yâni hem mânevi hem maddi bir hâkime, lisanına hikmet ve eline san'at vermiş. Lisanındaki hikmete sarihan teşvik eder. Elbette elindeki san'ata dahi tergib işareti var. Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle mânen diyor:"Ey beni-Âdem! Evâmir-i teklifiyeme itâat eden bir abdimin lisanına ve kalbine öyle bir hikmet verdim ki; herşey'i kemâl-i vuzuh ile fasledip hakikatını gösteriyor ve eline de öyle bir san'at verdim ki; elinde balmumu gibi demiri her şekle çevirir. Halifelik ve pâdişahlığına mühim kuvvet elde eder. Mâdem bu mümkündür, veriliyor. Hem ehemmiyetlidir. Hem hayat-ı içtimâiyenizde ona çok muhtaçsınız. Siz de evâmir-i tekviniyeme itâat etseniz o hikmet ve o san'at, size de verilebilir. Mürur-u zamanla yetişir ve yanaşabilirsiniz." İşte beşerin san'at cihetinde en ileri gitmesi ve maddi kuvvet cihetinde en mühim iktidar elde etmesi; telyin-i hadid iledir ve izâbe-i nühas iledir. Âyette nühas "kıtr" ile tâbir edilmiş. Şu âyetler, umum nev-i beşerin nazarını şu hakikate çeviriyor ve şu hakikatın ne kadar ehemmiyetli olduğunu takdir etmeyen eski zaman insanlarına ve şimdiki tenbellerine şiddetle ihtar ediyor... S.)
  • DAVUDÎ

    Hz. Davud'un (A.S.) sesini andıran kalın gür ses.
  • DAVVE

    Ses, sadâ.
  • DAVVÎ

    Yurt tutmak.
  • DAVY

    Arıklık. * Zayıflık.
  • DAVZ

    Zulmetmek, zulüm yapmak. * Çiğnemek.
  • DAYE

    Çocuk hizmetçisi. Çocuğa süt veren. Dadı. Mürebbi.
  • DAYET

    Yan, taraf, cenb.
  • DAYF

    (C.: Ezyâf-Zuyuf-Zayfân) Misafir. * Meyletmek, yönelmek.
  • DAYFEN (DAYFÂN)

    Misafiriyle gelen kişi.
  • DAYGAM

    Arslan, esed. * Isırmak.
  • DAYI

    Tunus ve Cezayir'in, Osmanlı idaresinde bulunduğu sıralarda buraları Osmanlılara tâbi olarak idare eden kimselere verilen ünvan. * Annenin erkek kardeşi.
  • DAYİB

    İtaat eden, vakarlı ve ciddi kişi.
  • DAYİBAN

    Gece ile gündüz.
  • DAYİC

    Kovayla kuyudan su çekip havuza boşaltan kimse.
  • DAYİN

    Borç veren. Alacaklı. Ödünç para veren. (Bak: Dâin).
  • DAYİNE

    (C.: Davâyin) Dişi koyun.
  • DAYİS

    (C.: Dâsse) Hırsız.
  • DAYM

    Zulüm. Sıkıntı. İhtiyaç.
  • DAYYIK

    Pek dar.
  • DA'Z

    Def'etmek, kovmak. * Nikâh etmek.
  • DA'Z

    Noksanlaştırmak.