D Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • DEREM

    Baldır etli olduğundan dolayı topuğun görünmeyip belirsiz olması ve sâir kemiklerin etlilikten belirmeyip örtülmesi. * Ağızdan dişlerin dökülüp yerini et bürüyüp belirsiz olması. * Davarın yavaş yürüyüp adımlarını birbirine yakın atması.
  • DEREM

    f. Akçe, para.
  • DEREMAN

    Kişinin adımlarının birbirine yakın olması. (O kimseye "dârim" derler).
  • DEREM-GÜZİN

    f. Sarraf.
  • DEREM-SERA

    f. Para basılan yer.
  • DEREN

    Kir, vesah.
  • DERENDE

    f. Yırtan, yırtıcı.
  • DERER

    Kasdetmek.
  • DERES

    Nişanın belirsiz olması. * Kaftanın eskimesi. * Evin köhne olması.
  • DERGÂH

    (Der-geh) f. Cenab-ı Hakk'a ibadet edilen yer. * Büyük bir huzura girilecek kapı. Kapı. Padişahların kapısı. * Şeyhlerin tekkesi.
  • DERGÂH-I ÂLÎ

    Padişah kapısı. Yüksek dergâh.
  • DERGÂH-I MUALLÂ

    Büyük kapı. * Mc: Saray.
  • DERGİŞ

    f. İzdiham, çok kalabalık. * Bir zerdali cinsi.
  • DERH

    Men etmek, engel olmak.
  • DERHAL

    f. şimdi, hemen, bu anda, vakit kaybetmeden.
  • DER-HAST

    f. Arzu, taleb, istek, dilek. * Dilekçe, istida.
  • DER-HATIR

    Hatırda.
  • DERHEM

    f. Karışık, karmakarışık. * Muztarib, sıkıntılı, ıztırab çeken. * İncinme.
  • DERHİŞTE

    f. Cömertlik, sehavet.
  • DERHOR

    f. Lâyık, münasib, uygun, yakışır, derhuş, sezâ, şâyeste. (Derhurd da denir.)
  • DERHUŞ

    f. Derhor, lâyık, münasip, muvafık, uygun, yakışır, şayeste.
  • DERİ

    f. Farsçanın sahihi, fasih olanı. (Kapı demek olan "der" ismi Farsça olduğu halde Arapça sayılarak müennesi "deriyye" yapılmıştır.) * Havası hoş ve lâtif. Yeşilliği bol olan dağ eteği.
  • DERİÇE

    f. Küçük kapı, oyma kapı. Pencere.
  • DERİDE

    f. Yırtık, yırtılmış.
  • DERİR

    Yürügen davar.
  • DERİS

    (C.: Dirsân) Eski kaftan, eski elbise.
  • DERİYYE

    Avcıların gizlenip av gözledikleri yer.
  • DERK

    En aşağı kat, her şeyin dibi. Aşağı inen basamak. * Anlamak.
  • DERKAA

    Kaçmak, firar.
  • DER-KÂR

    f. Mâlum, âşikâre olan. * İçinde olan. İçte bulunan.
  • DER-KEMİN

    f. Pusu bekleyen, pusuda olan.
  • DER-KENAR

    Kenarda bulunan, hâşiye. Bir sahifenin kenarına çıkarılan yazı.
  • DERKETMEK

    Bir şeyin en esasını, dibini öğrenmek, iyice anlamak.
  • DERK-İ DEKAİK

    İnce ve dakik şeyleri iyice kavrama, anlama.
  • DERMA'

    Topuğu belli olmayan, şişman kadın. * Tavşan. * Kırmızı yapraklı bir acı ot.
  • DERMAN

    f. İlâç, tiryak. * Çare-i necat, kurtuluş sebebi. * Tâkat, güç, kuvvet.
  • DERMANDE

    (c.: Dermândegân) f. Âciz, beceriksiz, biçare, zavallı.
  • DERMEK

    Çok beyaz olan un. * Beyaz ekmek.
  • DERMEYAN

    (Der-miyân) f. Ortada olan şey, arada.
  • DERMEYAN ETMEK

    Anlatmak, söylemek, iddia ve defi'de bulunmak. Beyân. İleri sürmek.
  • DERNEK

    Eğlence için yapılan toplanma. * Düğün. * Cemiyetler kanununa göre kurulmuş cemiyet.
  • DER-NİYAM

    f. Kınına sokulmuş, kınında, kılıfta.
  • DERPEY

    f. Hemen, ardı sıra.
  • DERPİŞ

    f. Önde olan, göz önünde bulunan.
  • DERR

    İyi iş. İyilik. Mahz-ı hayır. * Zat, kimse. Hod. Nefs. Bir kimsenin zâtı. * Yüzün tazeliğinin, teravetinin hastalıktan dolayı gitmesinden sonra, iyi olup düzelmesi.
  • DERRACE

    Eskiden kullanılan bir çeşit harb âletidir ki, üstü sığır derisi ile örtülü olup, tekerlekleri içinde dönerdi. * Bisiklet.
  • DERRAK

    (Derk. den) Çok dikkatli olan, çabuk anlayan, anlayışlı, müdrik.
  • DERRAR

    Yün eğerdikleri iğ.
  • DERS

    Tenbih, tâlimat, vazife. Bir şeyi öğrenmek için muallim veya o işi iyi bilen birisinden azar azar alınan vazife. * Akıl.
  • DER-SAADET

    f. Saadet kapısı. İstanbul'un eski ismi.