f. "Veren, verici" mânalarına gelir ve kelimelerle birleşir. Meselâ: Ârâm-dih $ : Rahatlık veren.
DİH
f. Köy, karye. * On sayısı.
DİHAK
Dolu bardak.
DİHAN
Kırmızı deri, sahtiyan. * (Dühn. C.) Vücuda sürünülecek yağlar.
DİHAT
(Dih. C.) f. Köyler, karyeler.
DİHÇE
f. Küçük köy. * Çiftçi, köylü.
DİHDA
Yuvarlamak. Döndürmek.
DİH-DAR
f. Köy ağası.
DİH-GAN
f. Ekinci, çiftçi, köylü.
DİH-HÜDA
f. Köy kâhyâsı, köy ağası.
DİHI
Köyle ilgili, köylü, köye mensub.
DİHİM
f. Taç.
DİHİŞ
f. Verme, veriş, bağışlama, ihsan, atiyye.
DİHKAN (DÜHKAN)
(C: Dehâkin) Sipâhi. * Köy kethüdâsı. * Emirlerin tasarrufunda kuvvetli olan, sözü geçen adam. * Bezirgân. * Acem fellahlarının maslahatgüzarı.
DİHLAS
Arslan. * Yavuz, bahâdır, kahraman, çeri kimse.
DİHLİZ
(C.: Dehâliz) Ev ile kapı arası.
DİK
Horoz.
DÎK
Darlık, sıkıntı. Gam. Kalbe sıkıntı veren.
DİKKAT
İncelik, dakik oluş. Ehemmiyet ve kıymet verme.
DİKKAT-İ NAZAR
İnceden inceye düşünme ve bakma. Bakış inceliği.
DİKTA
Lât. Diktatörlerin davranışları. * Hiç ses çıkarmadan yerine getirilecek emir.
DİKTATÖR
Fr. Mevcut kanunları çiğneyerek, örf ve adalet esaslarına aykırı olarak, devleti keyfine göre idare eden devlet adamı. Müstebid.
DİKTE
Fr. Başkası tarafından yazılmak üzere söyleyip yazdırma. * Karşı koymayacak olan birisine, aşırı arzu ve isteklerini bildirip kabul ettirme.
DÎK-UL ELFAZ
İfade zorluğu. Gayet ince ve derin ve ruhen hissedilen bazı mânaların ifade edilemeyişi.
DÎK-UN NEFES
Nefes darlığı.
DİK-ÜL EFRAF
Çatal ibikli horoz.
DİL
f. Gönül, kalb, niyet. * Cesâret, yürek. * Mandıra, ağıl.
DİL
t. Lisan, zeban. * Ağızdaki tat alma duygusu ve konuşma uzvu. * İnsanların konuştukları lehçelerin her birisi. Lügat. * Muhtelif âlât ve edevâtın uzunca ve yassı, ekseriya oynak kısımları. * Coğ: Denizin içine uzanmış üstü düz mumluk, uzunca kara parçası. * Mc: Gıybet, mezemmet, dedi-kodu, çekiştirme.(İnsanın yüz cihazatından birtek cihazı olan lisanı; bir et parçası iken, iki büyük vazifesiyle yüzer hikmetlere, neticelere, meyvelere, fâidelere âlet oluyor.. Taamların zevkindeki vazifesi, ayrı ayrı bütün tatları bilerek cesede, mideye haber vermek ve rahmet-i İlâhiyyenin matbahlarına dikkatli bir müfettiş olmak ve kelimeler vazifesinde kalbe ve ruha ve dimağa tam bir tercüman ve santral olmak; elbette gayet parlak ve kat'i bir surette ihatalı ilme delâlet ve şehadet eder. Birtek dil, hikmetleri ve meyveleriyle böyle delâlet etse; hadsiz lisanlar ve hadsiz zihayatlar, nihayetsiz masnuat, güneş zuhurunda ve gündüz kat'iyetinde nihayetsiz bir ilme delâlet ve şehadet ve Allâm-ül Guyub'un daire-i ilminden ve hikmetinden ve meşietinden hariç hiçbirşey yoktur diye ilân ederler. ş.)
DİL-ÂGÂH
f. Kalbi uyanık. Akıllı, bilgili, görgülü. Gönül anlar.