Jeo: Nehirlerin en eski alüvyonlarına verilen isim.
DİM
f. Yüz, yanak, çehre, surat.
DİMA
f. (Bak: Demâ)
DİMA'
(Dem. C.) Kanlar.
DİMA'
Göz yaşı akan yerlerin izi.
DİMAĞ
Beyin. Kafanın içi. (Bak: Kalb)(Dimağda merâtib var birbiriyle mültebis ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur sonra tasavvur gelir.Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor sonra iz'an oluyor, sonra gelir iltizam sonra itikad gelir.İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Herbirinden çıkar bir hâlet; salâbet itikaddan.Taassub iltizamdan, imtisal iz'andan, tasdikten iltizam, taakkulde bitaraf, bibehre tasavvurda.Tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir.Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde, sâfi olan zihinleri cerhdir, hem idlâli...S.)
DİMAM
Çocukların yüzlerine sürülen ilâç. * Sevap.
DİMAR
Helâk, mahv.
DİMASE
Yumuşak. * Asanlık, kolaylık.
DİME
(C.: Diyem) Gündüz veya gecenin üçte biri miktarı ile tam gün kadar sürebilen, gürleme ve yıldırımı, olmayan yağmur.
DİMEN
Süprüntülükler. Mezbele. Gübre. Fışkı.
DİMİŞK
Şam şehri. Suriye'nin başkenti.
DİMİŞKÎ
Şam şehriyle alâkalı. Şam'a ait ve müteallik. * Şam'da yapılan ve güzel san'atlarda kullanılan bir nevi kâğıt.
(Dyne) Fr. Fiz: Bir gramlık bir kütlenin hızını, saniyede bir santimetre artıran kuvvet ölçüsü.
DİN
Ceza, ivaz. * İman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve hakikat kanunlarının hey'et-i mecmuasıdır. Din, kâinatın, dünyanın hayatın ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklıyarak, onları mânasızlıktan ve abesiyetten kurtarır. İnsanların cemiyet hayatında barış içinde ve kardeşçe yaşamalarını sağlar, hakiki saadete ulaştırır. Dinin zayıfladığı cemiyetlerde ırkçılık ve ihtilâlci ideolojiler yayılır. Milletin birlik ve dirliği bozulur. * Cenab-ı Hakk'ın Dergâh-ı Uluhiyyetine kulluk edasına vesile ve medar olan ibadet, İslâm, şeriat. * Millet. * Âdet, hâl, siyaset. * Hesab. * Kahr, galebe, istilâ. * Mâlik olmak. Aziz olmak. * İtaat etme. Verâ, takvâ. Mâsiyet ve ikrah ve hizmet. * Hüküm, kazâ ve ihsân. * Bir şeyi âdet eylemek, de'b. * Siret ve tarikat. * Tedbir ve tevhid. * Melik, mülk. * Birisini hoşlanmadığı şeye sevketmek. *Ist: Allah ile kul ve kullar arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam.
DİNAK
İri gövdeli, şişman kadın.
DİNAMİK
yun. Cisimlerin hareketleriyle bunları meydana getiren sebebler arasındaki alâkayı araştıran mekanik ilminin bir kolu. * Hareket eden, durup dinlenmek bilmeyen, hareketli. * Fls: Sâbitin zıddı olarak bir kuvvet tesiriyle dâim hareket halinde bulunan ve bulunduran, bir değişmesi, bir oluşu olan. Hareketle birlikte te'sirli kuvveti de olan.
DİNAMO
yun. Hareketi elektrik akımına çevirmeye mahsus âlet.
DİNAN
Küpler.
DİNAR
Lât. Eskiden kullanılan altın ve sikkeli para.
DİNDAR
f. Dinî kaidelere hakkıyla riayet eden, dininin emirlerini yerine getiren, mütedeyyin.
DİNDARANE
Dindar bir kimseye yakışacak tarzda.
DİNEN
Din bakımından, diyanet noktasından, dince.
DİN-İ FERİD
Tek ve benzersiz olan hak din. İslâm dini.(Bernard Shaw demiş: "Din-i Muhammedî'nin (A.S.M.) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi: Gayet acib ve sağlam bir hayatı te'min etmesidir. Bana açılan budur ki: O din; tek, yektâ, emsalsiz bir din-i ferid olup, bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor. Yâni: Islah ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor. Hem Muhammed'in (A.S.M.) dini öyle bir dindir ki, insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celbedebilir. Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki: Beşere vâcibdir ki desin: "Muhammed (A.S.M.) insaniyetin halâskârıdır. Ve halâskârlık namı, O'na verilmek lâzımdır." M.)
DİNKAS
İfsad etmek, bozmak.
DİNNABE
Kısa boylu kimse.
DİNNAME
Kısa boylu.
DİNNEME
Kısa boylu.
DİNPERVER
f. Sağlam dindar, dine hizmet eden. Salabet-i diniye sâhibi.
DİNYA
Emmi oğlu, amca oğlu.
DİPLOMAT
yun. Memleket hakkında siyasi söz sâhibi. Dış meseleler hakkında milletlerarası işlerle uğraşan siyaset adamı. * Becerikli, söz söyliyebilen.
DİR'
Zırh, demirden gömlek. * Kadın gömleği.
DİRAHŞ
f. Nur, ziya, parıltı, parlama, ışık.
DİRAHŞAN
f. Parlıyan, parlak.
DİRAHŞENDE
f. Işıklı, nurlu, ışıldayan, parıldayan.
DİRAHT
f. Ağaç. Şecer.
DİRAHT-I MEYVEDÂR
Meyve veren, yemişli ağaç.
DİRAK
Tâbi olmaklık, itaat etmeklik.
DİRAN
(Dâr. C.) Evler, hâneler.
DİRASE
Kitab okumak. * Elbiseyi eskitmek. * Gizli yol. * Harmanda buğday döğmek. * Uyuz olan deveyi katranlamak.
DİRAYET
Zekâ, bilgi. Kuvvetli tecrübe sahibi olmak. * Fetanet. Temkin ve tecrübeye dayanan akıl.