F Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • FELAN

    İnsanlar içinde alem isimlerden kinâye bir isim.
  • FELASİFE

    Felsefeciler. Filozoflar, felsefe ile uğraşanlar. * Düşüncesiz, kaygısız, rahat yaşayanlar. * Dinsizler.
  • FELASİFE-İ YUNAN

    Yunan feylesofları.
  • FELAT

    Sahrâ, çöl. şenliksiz yer.
  • FELC

    Nüzul, inme. Vücudda bir kısmın veya çok kısımların hareket etmekten âciz kalışı. * İki kısma yarılmak. * Küçük nehir. * Fevz, zafer.
  • FELCES

    Haris kimse. * Baldırı ve mak'adı zayıf olan kadın.
  • FELEC

    Küçük nehir. * Dişlerin seyrek olması. * El eğriliği.
  • FELEHDEM

    Büyük deniz. * Hafif nesne.
  • FELEK

    Gök, gök katı, devir. * Tâli', baht. * Büyük ve dâirevi olan şey. * Her gök seyyaresinin gezdiği âlem. * Dünyâ, âlem, * Bir zilli âlet. * Yuvarlak kütük, kızak.(Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten. N. Kemal)
  • FELEKÎ

    (Felekiyye) Feleğe mensub. Felekle ilgili. * Astronomik.
  • FELEK-İ EFLÂK

    Göğün en son katı. (Bak: Arş)
  • FELEKİYYAT

    Göklerin ilmi. (Kozmoğrafya, Astronomi)
  • FELEKİYYUN

    Gök ilmi ile uğraşanlar. (Astronomlar, Kozmoğrafyacılar)
  • FELEKMEŞREB

    Mc: Sözünde durmaz, verdiği sözü tutmaz. * Kimine yâr olur, kimine olmaz.
  • FELEKSEYR

    f. Hareketleri ve gidişi süratli olan.
  • FELEK-ÜL A'ZAM

    (Bak: Felek-i eflâk)
  • FELEKZEDE

    f. Feleğin kahrına uğramış, tâlihsiz.
  • FELENCE

    Hoş kokulu sarı renkli bir tohumdur. Yemen'den gelir. * Besbâse yaprağı.
  • FELETAT

    Lisanın döküntüleri, iradesiz ağızdan çıkan söz veya kelime. * Ansızlık. * Her ayın son geceleri. (Bak: Hey'atin feletâtı)
  • FELEVAT

    (Felât. C.) Susuz çöller, sahralar.
  • FELFAK

    Ağaç dibinden çıkan budağın yaprağı.
  • FELFEL

    İri gövdeli, semiz adam.
  • FELFELE

    Yemeğe biber katmak.
  • FELH

    (C: Füluh) Yarmak, şakk. * Kesmek.
  • FELHA

    (C: Eflâh-Felhâ) Alt dudakta yarık olması.
  • FELHEM

    Çulha mekiği.
  • FELÎCE

    Kaftan ve bez parçası.
  • FELİHAZA

    (Fe-li-zâlik) Bunun için, şunun için, imdi (mânasında.)
  • FELÎL

    Bir yere toplanmış kıl. * Devenin azısı.
  • FELÎMUN

    şebrem denilen ot.
  • FELİZALİK

    (Bak: Felihâzâ)
  • FELK

    Yarmak, şakk.
  • FELKAM

    Geniş, vâsi'.
  • FELKE

    Ayın dolunay şekli.
  • FELL

    (C: Fülül - Eflâl) Gedik, rahne. * Yaralamak. * Cenkte askeri bozmak. Harbdeki askerin bozulması. * Kılınç yüzündeki açılan gedik. * Susuz kır yer. * Güruh, cemaat. * Muvakkat delilik.
  • FELLAH

    Ekinci, çiftçi, ziraatle uğraşan arab. * Zenci, siyah arab.
  • FELLAZ

    Bostancı.
  • FELLUCE

    (C: Felâlic) Ziraate müsait yer.
  • FELS

    (Füls) (C: Fülüs) Pul, Bakır para. * Balık pulu.
  • FELSEFE

    Yunanca (Philosophos)dan Arapçalaşmış. Feylesofların mesleği. * İlm-i hikmet. * Maddeyi, hayatı ve bunların çeşitli tezâhürlerini, sebeblerini, ilk unsurları ve gaye cihetinden inceleyen fikri çalışma ve bu çalışmaların neticelerini toplayan ilim. * Herkesin hususi fikri. Mantık. * Bir ilmin prensipleri. * Marifet ve hikmet sevgisi. * Meşhur bir feylesofa göre olan hususi prensipler, nazariyeler. * Tabiat, huy ve mizaç sakinliği; rahatlık. (Bak: Hikmet, Nokta-i nazar)(Hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur'aniyenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye verdiği terbiyeler: Amma hikmet-i felsefe ise hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı, "kuvvet" kabul eder. Hedefi, "menfaat" bilir. Düstur-u hayatı, cidal tanır. Cemaatlerin râbıtasını "Unsuriyet, menfi milliyeti" tutar, Semerâtı ise, "Hevesât-ı nefsaniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyid"dir. Halbuki: Kuvvetin şe'ni, "Tecavüz" dür. Menfaatın şe'ni, her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde "Boğuşmaktır." Düstur-u cidâlin şe'ni, "Çarpışmaktır." Unsuriyetin şe'ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan; "Tecavüz"dür. İşte bu hikmettendir ki; beşerin saadeti selb olmuştur.Amma hikmet-i Kur'aniye ise, nokta-i istinadı, kuvvete bedel "hakk"ı kabul eder. Gayede menfaate bedel, "fazilet ve rızâ-yı İlâhî"yi kabul eder. Hayatta düstur-u cidal yerine, "düstur-u teavün" ü esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında: unsuriyet, milliyet yerine "râbıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin tecavüzâtına sed çekip, ruhu maaliyâta teşvik ve hissiyât-ı ulviyesini tatmin eder ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevkedip insan eder... Hakkın şe'ni, "ittifak"tır. Faziletin şe'ni, "tesanüt"tür. Düstur-u teavünün şe'ni, "birbirinin imdadına yetişmek"tir. Dinin şe'ni, "uhuvvet" tir, "incizab" dır. Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe'ni, "saadet-i dâreyn" dir... S.)(Dinsiz felsefe, hakikatsız bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir. S.)
  • FELSEFE-İ BEYAN

    Beyan İlmindeki kaidelerin vaz'ediliş sebeb ve gayelerinin açıklanması.
  • FELSEFE-İ TARİHİYYE

    Târih felsefesi.
  • FELSEFÎ

    Felsefeye mensub ve felsefe ile alâkalı.
  • FELSEFİYYAT

    Felsefe ile ilgili bilgi ve düşünceler, hikmet bilgileri.
  • FELTE

    Ansızlık. * Darlık. * Her ayın son gecesi.
  • FELTUT

    Küçüklüğünden dolayı iki tarafı gelip birleşmiyen elbise.
  • FELÜVV(E)

    (C: Eflâ-Felâvâ) Atın yavrusu. Tay.
  • FELY

    Bit toplamak. * Şiirin ince mânâlarını çıkarmak. * Kesmek. * Kılıç ile vurmak.
  • FELYUN

    Ermeni kili.
  • FEM

    Ağız. Dihen. (Kelimenin aslı: "Feveh" veya "Fâh" dır.)