(Fazih. C.) Ayıplar, rezaletler. Sır kabilinden olan kötü hasletlerin açılıp fâş edilmesi.
FAZAZET
Sertlik, kabalık, kötü sözlülük.
FAZC
Yarmak. * Saç dibinin terlemesi.
FAZE
Küçük çadır.
FAZFAZ
Geniş ve bol nesne.
FAZFAZA (FAZFÂZA)
Elbisenin çok geniş ve bol olması.
FAZH
(Faziha-Fazâha) Rüsvaylık, rezillik. * Yarmak.
FAZIL
(Fâdıl) Fazilet sâhibi. Üstün kimse.
FAZILE
(C: Fevâzıl) İnsandan başkalarına da geçebilen huy, haslet.
FAZÎ'
Korkulu nesne.
FAZÎH
Hurma koruğundan yapılan şarap.
FAZÎH(A)
Çirkin, fena. * Utanmaz, rezil.
FAZÎHA
(C: Fazayıh) Alçaklığı, edebsizliği gerektiren iş veya şey.
FAZİLET
Değer. Meziyet, iyilik, ilim ve iman, irfan itibarı ile olan yüksek derece. Dinî ve ahlâkî vazifelere riayet derecesi. Fazl ve hüner cihetiyle olan yüksek derece. Bir şeyin başka şeylerden cemal ve kemal ve fayda cihetiyle üstünlüğü, müreccah olmasına sebep olan keyfiyet. (Zâta mahsus hasletin cem'i "fazâil" dir. Şecaat, in'am ve ihsan gibi, müteaddid meziyete dair faziletlerin cem'i "fevâzıl"dır.)
FAZİLETFÜRUŞ
f. Kendini faziletli göstermeğe çalışan. Fazilet satan.
FAZİLETMEÂB
f. Faziletin sığınağı olan kimse, yâni çok faziletli.
FAZİLETMEND
f. Faziletli, iyi huylu.
FAZİLETPERVER
f. Fazilet sahibi, faziletsever.
FAZİR
Kırmızı, büyük karınca. * Geniş, bol nesne.
FAZİZ
Tatlı su.
FAZÎZ
Meni denilen sıvı.
FAZL
Âlimlere yakışır olgunluk. * İmân, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, ma'rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet. * Artmak. * Artık, (bunun zıddı naks'tır). Bir şeyden bakiye kalmak. (İman ile hikmet, adâlet, şecâat ve iffet sıfatlarına "fezâil-i asliye" tabir edilmiştir. Çünkü bu sıfatlar ile birçok faziletler doğar. Onun için bunlara, temel ve esas olan faziletler denilmiştir).(İ'lem Eyyühel - Aziz! Cenab-ı Hakk'ın günahkârları afvetmesi fazldır, tâzib etmesi adldır. Evet zehiri için adam, âdetullaha nazaran hastalığa, ölüme kesb-i istihkak eder. Sonra hasta olursa, adldir. Çünki cezasını çeker. Hasta olmadığı takdirde, Allah'ın fazlına mazhar olur. Mâsiyet ile azab arasında kavi bir münasebet vardır. Hattâ Ehl-i İ'tizal, mâsiyet hakkında, doğru yoldan udûl ile mâsiyeti, şerri Allah'a isnad etmedikleri gibi, mâsiyet üzerine tâzibin de vâcib olduğuna zehab etmişlerdir. Şerrin azabı istilzam ettiği, rahmet-i İlâhiyeye münâfi değildir. Çünki şer, nizam-ı âlemin kanununa muhaliftir. M.N.)
Çocukları korkutmak için yapılan çok korkunç suret.
FAZZ
Kırmak. Dağıtmak. * Fethetmek, açmak.
FAZZ
Kaba ve kötü huylu olan kimse. * Karın suyu, mide suyu.
FE (FA)
(Buna ta'kib edâtı denir) "Sonra, hemen" mânalarını ifâde için fiillerin başına getirilen edât harfi. (Bak: Harf-i atıf) Bazan mecaz olarak vav yerinde de kullanılır.
FEAME (FEUME)
Dolu olmak.
FE-BİHÂ
Daha iyi, bu halde, pek a'lâ, ne a'lâ.
FEC'
Bir kimsenin, musibetten dolayı elemli olması. * İncinmek. * Tasalı olmak, kederli ve hüzünlü oluş.
FECA
Kirişi çıkmış yay.
FECAAT
(Fecâet) Merak edilecek hâl, kederlenecek kötü durum. Felâket.
FECACE (FİCÂCE)
Çiğlik, hamlık.
FECAYİ'
(Fecîa. C.) Belâlar, musibetler, felaketler.
FECC
(C.: Ficâc) Açık yer. İki dağ arasındaki geniş yol. Tarik-i vâsi'.
FECCAC
Döşek döşeten. * Erkek, zevc.
FECERE
(Facir. C.) Günah işleyenler, günahkârlar, zinakârlar, fâcirler.
Tan yerinin ağarması. Şafak. Sabah vakti, güneş doğmadan evvel şarkta hâsıl olan kızıllık. * Bir şeyi genişçe ikiye ayırmak. * Günah işlemek. Fücur ve fısk işlemek. Yalan söylemek. * Tekzib eylemek. * İsyan ve muhalefet eylemek. * Haktan sapmak. Meyletmek. * Söğmek. * Bühtan eylemek. * Su akıp gitmek. * Karışmak. (L.R.)
FECR SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 89. suresi.
FECR-İ ÂTÎ
Gelecekteki fecr. 1908 meşrutiyet inkılâbından sonra Servet-i Fünun mecmuası etrafından toplanan bir kısım gençlerin kurmak istedikleri ekolün (cemiyetin) adıdır.
FECR-İ KÂZİB
(Bak: Fecr-i sâdık)
FECR-İ SÂDIK
Sabaha karşı şark ufkunda yayılmaya başlayan beyaz bir aydınlık. Bunun mukabili birinci fecirdir ki, bir aydınlıktan sonra tekrar aydınlık gider. Bu birinci aydınlığa fecr-i kâzib denir. Sabah namazının vakti, fecr-i sâdıkta başlar.