H Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • HAFEŞ

    (C.: Ahfâş) İğne ve iplik koyacak kap. * Sel.
  • HAFET

    Islıklı yılan.
  • HAFF

    Alaca renkli at.
  • HAFF

    Tavaf etmek. * Süslemek. * Hizmet etmek. * Kesmek.
  • HAFF

    Bir şeyin etrâfını dolanan. Bir nesnenin çevresini dolanan.
  • HAFFAF

    Ayakkabı, terlik vb. gibi şeyler yapan ve satan. Kavaf.
  • HAFFANE

    (C.: Haffân) Deve kuşu yavrusu. * Hizmet. * Maiyyet.
  • HAFFAR

    Çukur kazan, kuyu kazan.
  • HAFFE

    (C.: Hıff) Çulhaların bez sardıkları ağaç.
  • HAFHAFA

    (C.: Hafâhıf) Köpeğin, yemek yerken ses çıkarması. * Sırtlan sesi.
  • HAFIK

    Ufkun nihayeti. Şark veya garb tarafı. * Vuran, çarpan, çırpınan.
  • HAFIKAN

    (Hâfıkeyn) Mağrib ile maşrık. Şark ile garb. Doğu ile batı.
  • HÂFIZ

    Kur'ân-ı Kerim'i tamamen ezbere okuyan. * Kur'an-ı Kerim'in mânası ile beraber her şeyini yaşamaya ve muhafazaya çalışan. * Muhafaza eden. Koruyan. Hıfzeden. (Hadis ilmi ile meşgul ve mütehassıs olup yüzbin hadis-i şerifi senetleri ile beraber ezberden okuyanlara da Hâfız-ül hadis denirdi.) (Ist. Fık. K.)
  • HÂFIZ

    Alçaltıcı. * İnsana haddini bildiren. * Rahatta olan.
  • HÂFIZA

    Muhafaza eden. Ezberleme kuvvesi. Kuvve-i hâfıza.
  • HÂFIZA-PİRÂ

    f. Hafızayı süsleyen. * Uğur sayılarak ezberlenen şey.
  • HÂFIZ-I HAKİKÎ

    Hakiki ve tam muhafaza eden. (Allah)
  • HÂFIZ-I KÜTÜB

    Kitabları hıfzeden, saklayan. Kütüphane me'muru, kütüphaneci.
  • HÂFIZ-I ŞİRAZÎ

    (Bak: Sa'd-ı Şirazî)
  • HAFİ

    Yalın ayak yürüyen veya koşan. * Çok ikram eden insan. İnsanı güler yüzle karşılayan.
  • HAFÎ

    Gizli. Açıkta olmayan. Saklı. * Fık: Sigasından dolayı değil, bir ârızadan dolayı mânası kapalı kalan lafız.
  • HAFÎD

    Evlâd. Oğul. Torun.
  • HAFÎDE

    Kız torun.
  • HAFİF

    Ağır olmayan. Hafif. Yeğni.
  • HAFÎF

    Kuş uçarken, at koşarken veya rüzgâr eserken meydana gelen hışırtı, hışlama.
  • HAFİF-İ KEBUTER

    Güvercinin uçarken çıkardığı ses.
  • HAFİF-ÜL MİZAC

    Kararsız, hoppa, temkinsiz.
  • HAFİF-ÜR RUH

    Ruhu hafif olan, hoşsohbet.
  • HÂFİL

    Dolu, mümteli.
  • HAFİR

    (C.: Havâfir) Davar tırnağı.
  • HAFÎR

    Kazılmış yer. Çukur. Mezar.
  • HÂFİR

    Kazan, kazıcı, hafriyat yapan. Yerde çukur açan.(Esâsen kazıcı mânasına sıfat olmakla beraber, atın tırnağına isim olmuştur. Ve o münasebetle tırnağının kazdığı çukura, yani izine ve o suretle açılan çığıra dahi merdiyye mânasına râdiye ıtlak olunur. E.T.)
  • HAFİRE

    Evvelki hâline ve evvelki yerine dönmek.
  • HÂFİR-İ Bİ'R

    Kuyu kazan.
  • HÂFİR-İ KABR

    Mezar kazan, mezarcı.
  • HAFİŞE

    Sel yolu.
  • HAFİY

    Her şeyi arayıp bilmiş olan âlim. * Bir şeyi mübâlağa ile arayıp bilen kimse.
  • HAFİYE

    Saklı ve gizli şeyleri araştıran. * Casus. * Polis.
  • HAFİYE (HÂFİYYE)

    (C.: Havâfi) İnsan bedeninde gizli olan can. * Kuş kanadında ebâhirden sonra olan dört kısacık yeleklerin her birisi. * Gizli, mestur.
  • HAFİYEN

    İkram ederek. * Yalınayak olarak.
  • HAFİYY Ü CELÎ

    Gizli ve âşikâr.
  • HAFİYYAT

    Gizli şeyler. Gizlilikler.
  • HAFİYYAT-I UMÛR

    İşlerin saklı tarafları, gizli kısımları.
  • HAFİYYEN

    Gizlice, saklı olarak, gizliden. Aşikâr olmıyarak.
  • HAFİYYETEN

    Gizlice, gizli ve saklı olarak.
  • HAFÎZ

    Hodbinliği, kibri, serkeşliği kırılmış kimse. Aşağı basılmış.
  • HAFÎZ

    Esirgeyen. Koruyan. Muhafaza eden. Muhafız.
  • HAFİZALLAH

    Allah korusun. Allah muhafaza etsin, Allah saklasın (anlamındadır).
  • HAFÎZİYYET

    Muhafaza edicilik, koruyup esirgeyicilik. * Cenâb-ı Hakk'ın, bütün tohum ve çekideklerde olduğu gibi, bir mahlûkun başına gelecek vaziyetleri ve başından geçenleri muhafaza edici sıfatı. Cenab-ı Hakk'ın muhafaza ediciliği.(İsm-i Hafız'in tecelli-i etemmine işaret eden: âyetidir. Kur'an-ı Hakîm'in bu hakikatına delil istersen: Kitab-ı Mübin'in mistarı üstünde yazılan şu kâinat kitabının sahifelerine baksan, ism-i Hafîz'in cilve-i azamını ve bu âyet-i kerimenin bir hakikat-ı kübrasının naziresini çok cihetlerle görebilirsin. Ezcümle: Ağaç, çiçek ve otların muhtelif tohumlarından bir kabza al. O muhtelif ve birbirine muhalif tohumların cinsleri birbirinden ayrı, nevileri birbirinden başka olan çiçek ve ağaç ve otların sandukçaları hükmünde olan o kabzayı karanlıkta ve karanlık ve basit ve câmid bir toprak içinde defnet, serp. Sonra mizansız ve eşyayı farketmeyen ve nereye yüzünü çevirsen oraya giden basit su ile sula. Sonra senevî haşrin meydanı olan bahar mevsiminde gel, bak! İsrâfil-vâri melek-i ra'd; baharda, nefh-i Sur nev'inden yağmura bağırması, yer altında defnedilen çekirdeklere nefh-i ruhla müjdelemesi zamanına dikkat et ki, o nihayet derece karışık ve karışmış ve birbirine benziyen o tohumcuklar, ism-i Hafîz'in tecellisi altında kemal-i imtisal ile hatasız olarak Fâtır-ı Hakîm'den gelen evamir-i tekviniyeyi imtisal ediyorlar. Ve öyle tevfik-i hareket ediyorlar ki: Onların o hareketlerinde bir şuur, bir basiret, bir kasd, bir irade, bir ilim, bir kemal, bir hikmet parladığı görünüyor. Çünki görüyorsun ki: O birbirine benzeyen tohumcuklar, birbirinden temayüz ediyor, ayrılıyor. Meselâ bu tohumcuk, bir incir ağacı oldu. Fâtır-ı Hakimin nimetlerini başlarımız üstünde neşre başladı. Serpiyor, dallarının elleri ile bizlere uzatıyor. İşte bu, ona sureten benziyen bu iki tohumcuk ise, gün âşıkı namındaki çiçek ile, hercâi menekşe gibi çiçekleri verdi. Bizler için süslendi. Yüzümüze gülüyorlar; kendilerini bizlere sevdiriyorlar. Daha buradaki bir kısım tohumcuklar, bu güzel meyveleri verdi. Ve sünbül ve ağaç oldular. Güzel tad ve koku ve şekilleri ile iştihamızı açıp, kendi nefislerine bizim nefislerimizi davet ediyorlar. Ve kendilerini müşterilerine feda ediyorlar. Tâ nebatî hayat mertebesinden, hayvanî hayat mertebesine terakki etsinler. Ve hâkeza... kıyas et. Öyle bir surette o tohumcuklar inkişaf ettiler ki, o tek kabza, muhtelif ağaçlarla ve mütenevvi çiçeklerle dolu bir bahçe hükmüne geçti. İçinde hiçbir galat, kusur yok. sırrını gösterir. Herbir tohum, ismi-i Hafîz'in cilvesiyle ve ihsaniyle ona pederinin ve aslının malından verdiği irsiyeti; iltibassız, noksansız muhafaza edip gösteriyor. İşte bu hadsiz harika muhafazayı yapan Zât-ı Hafîz, kıyamet ve haşirde, hafîziyyetin tecelli-i ekberini göstereceğine kat'i bir işarettir. Evet bu ehemmiyetsiz, zâil, fâni tavırlarda bu derece kusursuz, galatsız hafîziyyet cilvesi bir hüccet-i katıadır ki; ebedi te'siri ve azim ehemmiyeti bulunan emanet-i kübra hamelesi ve arzın halifesi olan insanların ef'al ve âsâr ve akvâlleri ve hasenat ve seyyiatları, kemal-i dikkatle muhafaza edilir ve muhasebesi görülecek. Âyâ bu insan zanneder mi ki, başıboş kalacak. Hâşâ!... Belki insan, ebede meb'ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzeddir. Küçük-büyük, az-çok her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek. İşte hafîziyyetin cilve-i kübrasına ve mezkûr âyetin hakikatına şâhidler had ve hesaba gelmez. Bu mes'eledeki gösterdiğimiz şahid; denizden bir katre, dağdan bir zerredir. L.)
  • HAFK

    Naldan çıkan ses.