(Hakk-al yakîn) Mârifet mertebesinin en yükseği. En yakînî bir surette hakikatı müşahede edip yaşamak hali. Ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi. (Bak: Yakîn)
HAKL
Ziraate uygun yer.
HAKLE
(C.: Hıkâl) İçinde binâ ve ağacı olmayan mezrea.
HAKM
Bir nevi kuş.
HAKM
Atın ağzına gem vurmak.
HAKN
Sütü tuluma koyup toplamak ve sağıldıkça üzerine koymak. * Men etmek, engel olmak.
HÂK-NİŞİN
f. Dilenci, sâil, fakir.
HÂK-NİŞİNÎ
f. Dilencilik, yoksulluk, fakirlik, sefâlet.HÂK-PA(Y) f. Ayağın tozu, ayağın toprağı. Ayağın batığı toprak.
HAK-PEREST
f. Doğruluktan ayrılmayan, doğruluğu ciddi ve samimi seven. Hakka iman eden ve hak üzere âmil olan.(Fenn-i âdâb ve ilm-i münazaranın üleması mabeynindeki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu: "Eğer bir mes'elenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse; ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır." Hem zarar eder. Çünki: Haklı çıktığı vakit o münazarada bilmediği bir şeyi öğrenmiyor; belki gurur ihtimali ile zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa; zararsız, bilmediği bir mes'eleyi öğrenip, menfaattar olur; nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor. Hasmının elinde hakkı görse, yine rıza ile kabul edip, taraftar çıkar; memnun olur. L.)
HAKR
Cem etmek, toplamak.
HAKR
Hor görmek.
HÂK-RAH
f. Yol toprağı.
HÂK-RUB
f. Süpürge.
HÂK-SAR
f. Toz toprak içinde kalmış. Perişan hâlli.
HÂKSARÎ
Perişanlık, düşkünlük, rezillik.
HAK-SEVER
Adaletle hareket eden, doğru bildiği şeyden ayrılmayan, dürüst.
HAKUD
Çok kin güden, hasetçi.
HAKV
(C.: Ahkâ-Hukka) Fota. Don. * Böğür.
HAKVE
Yürek ağrısı.
HAL
Küçük Hindistan cevizi.
HAL'
Kaldırma. Kal' etme. * Hükümdarı tahttan indirmek. Azletmek. * Mansıb ve mesnetten ihraç etmek. * Elbise gibi şeyleri soymak. * Bir şeyi izâle edip ayırmak ve terketmek. * Karısını boşamak. Evlâdını evlâdlıktan reddetmek.
HÂL
Dayı. * Vücudda hususan yüzde görünen siyah benek, ben.
HÂL
Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet. * Gr: Fâili, mef'ulü veya her ikisinin durumunu bildiren sözdür. Halin sâhibine zi-l hâl denir.Meselâ : Reeytuhu mâşiyen: (Onu yürürken gördüm) cümlesinde Mâşiyen (yürürken) kelimesi, cümledeki mef'ulün hâlini bildirir. şimdiki zamanda olan fiilin durumuna da hâl denir.
HAL' (HULÂE)
Debbâğların dibâgat ettikleri derinin kazıntısı. * Vurmak. * Men etmek, engel olmak. * Hediye vermek, atâ etmek. * Cima etmek.