H Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • HAKK-UL YAKÎN

    (Hakk-al yakîn) Mârifet mertebesinin en yükseği. En yakînî bir surette hakikatı müşahede edip yaşamak hali. Ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi. (Bak: Yakîn)
  • HAKL

    Ziraate uygun yer.
  • HAKLE

    (C.: Hıkâl) İçinde binâ ve ağacı olmayan mezrea.
  • HAKM

    Bir nevi kuş.
  • HAKM

    Atın ağzına gem vurmak.
  • HAKN

    Sütü tuluma koyup toplamak ve sağıldıkça üzerine koymak. * Men etmek, engel olmak.
  • HÂK-NİŞİN

    f. Dilenci, sâil, fakir.
  • HÂK-NİŞİNÎ

    f. Dilencilik, yoksulluk, fakirlik, sefâlet.HÂK-PA(Y) f. Ayağın tozu, ayağın toprağı. Ayağın batığı toprak.
  • HAK-PEREST

    f. Doğruluktan ayrılmayan, doğruluğu ciddi ve samimi seven. Hakka iman eden ve hak üzere âmil olan.(Fenn-i âdâb ve ilm-i münazaranın üleması mabeynindeki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu: "Eğer bir mes'elenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse; ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır." Hem zarar eder. Çünki: Haklı çıktığı vakit o münazarada bilmediği bir şeyi öğrenmiyor; belki gurur ihtimali ile zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa; zararsız, bilmediği bir mes'eleyi öğrenip, menfaattar olur; nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor. Hasmının elinde hakkı görse, yine rıza ile kabul edip, taraftar çıkar; memnun olur. L.)
  • HAKR

    Cem etmek, toplamak.
  • HAKR

    Hor görmek.
  • HÂK-RAH

    f. Yol toprağı.
  • HÂK-RUB

    f. Süpürge.
  • HÂK-SAR

    f. Toz toprak içinde kalmış. Perişan hâlli.
  • HÂKSARÎ

    Perişanlık, düşkünlük, rezillik.
  • HAK-SEVER

    Adaletle hareket eden, doğru bildiği şeyden ayrılmayan, dürüst.
  • HAKUD

    Çok kin güden, hasetçi.
  • HAKV

    (C.: Ahkâ-Hukka) Fota. Don. * Böğür.
  • HAKVE

    Yürek ağrısı.
  • HAL

    Küçük Hindistan cevizi.
  • HAL'

    Kaldırma. Kal' etme. * Hükümdarı tahttan indirmek. Azletmek. * Mansıb ve mesnetten ihraç etmek. * Elbise gibi şeyleri soymak. * Bir şeyi izâle edip ayırmak ve terketmek. * Karısını boşamak. Evlâdını evlâdlıktan reddetmek.
  • HÂL

    Dayı. * Vücudda hususan yüzde görünen siyah benek, ben.
  • HÂL

    Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet. * Gr: Fâili, mef'ulü veya her ikisinin durumunu bildiren sözdür. Halin sâhibine zi-l hâl denir.Meselâ : Reeytuhu mâşiyen: (Onu yürürken gördüm) cümlesinde Mâşiyen (yürürken) kelimesi, cümledeki mef'ulün hâlini bildirir. şimdiki zamanda olan fiilin durumuna da hâl denir.
  • HAL' (HULÂE)

    Debbâğların dibâgat ettikleri derinin kazıntısı. * Vurmak. * Men etmek, engel olmak. * Hediye vermek, atâ etmek. * Cima etmek.
  • HAL' EDİLME

    Hükümdarın tahttan indirilmesi. * Boşanmış olmak. * Kovulmuş olmak.
  • HALA

    (C.: Hâlât) Babanın kız kardeşi, hala. Arapçada: Ananın kızkardeşi. Teyze.
  • HALA'

    Koparmak. * Pişmiş et.
  • HALÂ

    Yaş ot.
  • HALÂ

    (Harf-i cerrdir) İstisnaya delâlet eder.
  • HALÂ'

    Boş, hâli. * Ayak yolu, abdesthane. * Devenin çökmesi.
  • HÂLÂ

    (Hâlen) şimdi. Henüz. şimdiye kadar. Elân.
  • HALÂA(T)

    Yüzsüzlük, utanmazlık, hayâsızlık. * Kötülüğünden dolayı ailesi ve cemaatı kendisinden ayrılan kimse.
  • HALAB

    f. Çamur, bataklık. Bataklık arâzi.
  • HALACA

    f. Ayak yolu, abdesthane.
  • HALAFET

    Ahmaklık, hamâkat, budalalık.
  • HALAHİL

    (Halhal. C.) Arap kadınlarının süs olarak ayak bileklerine taktıkları halkalar. Bunlar altun veya gümüşten yapılır.
  • HALAİF

    Halifeler.
  • HALAİK

    (Halayık) (Halk. C.) Mahlukat. Yaratılmışlar. * Huylar. Tabiatlar.
  • HALAİL

    (Halile. C.) Nikâhlı kadınlar, zevceler, karılar.
  • HALAK

    (Halka. C.) Halkalar.
  • HALAK

    Eskimiş ve yıpranmış bez. Paçavra.
  • HALAK

    Nasib, hisse.
  • HALAKA

    (Hâlik. C.) Berberler.
  • HALAKAT

    Halukluk, güzel ahlâklılık, iyi huyluluk. * Düzlük, dümdüzlük.
  • HALAKAT

    Halkalar.
  • HALAKÎ

    Paçavracı.
  • HALAKİM

    (Hulkum. C.) İnsan ve hayvanlarda boğazlar.
  • HALAL

    Dostluk, ahbaplık. * İki şey arasında açıklık olma.
  • HALAL(ET)

    İki şeyin arası açık olmak. * Dostluk. Samimi dostluk.
  • HALA'LA'

    Erkek sırtlan.