H Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • HALİDE

    Hâlid'in müennesidir. (Bak: Hâlid)
  • HALİF

    İki dağ arasındaki yol. * Eski elbise. * Arkadan gelen. Sonradan gelen. Birinin yerine geçen.
  • HALİF

    (Half. den) Yemin eden.
  • HALİF

    Yemin ederek sözleşenlerden herbirisi.
  • HALİF

    Yemin etmek.
  • HALİFE

    Öncekinin yerine geçen. * Fık: İlâhî, yâni şer'î hükümlerin tatbik ve icrası için Peygamber'e (A.S.M.) vekil olan zât. İmam. İmamet-i kübra. (Namazda imama uyan cemaat gibi, halifeye de şer'î emirlerde öylece itaat edilir. Halifede aranan dört şart: İlim, adalet, kifayet, a'zâ ve havâsta selâmet.) (Bak: Hilafet)
  • HALİFE

    (C.: Halefâ) Su içinde biten bir ot. (Türkçede "kandıra" derler.)
  • HALİFE

    (C.: Havâlif) Türklerin kıldan veya keçeden yaptıkları çadırların direği, çadır direği.
  • HALİFE

    (C.: Hülef-Hulefât) Gebe deve.
  • HALİFE-İ EVVEL

    Devlet dairelerinde yazı işlerinde çalışanlar. Tanzimattan evvel kalem teşkilâtı; halife, halife-i sâni, halife-i evvel olmak üzere üç derece idi. Ondan sonra bir kısım dairelerde bunun yerine baş kâtib, bazılarında da mümeyyiz-i evvel denilmiştir.
  • HALİFE-İ MÜSLİMÎN

    Yavuz Sultan Selim Han'dan sonraki Osmanlı Padişahları hakkında kullanılmış bir tabirdir. Müslümanların halifesi demektir.
  • HALİFE-İ RUY-İ ZEMİN

    Yeryüzünün halifesi mânâsına gelen bu tabir, Yavuz Sultan Selim Han'dan sonra Osmanlı Padişahları hakkında kullanılmıştır.
  • HALİK

    Tıraş edilmiş.
  • HALİK

    Helâk olan. Mahv olan. Fenaya giden. Fâni. Zâil.
  • HALİKA

    (C.: Halayık) Tabiat, mahlukât.
  • HALİKE

    Çok hırslı, haris olan nefis.
  • HALİKÎ

    Demirci.
  • HALİL

    Samimi dost. Sâdık dost. * Nahif ve fakir kimse. (L.R.)
  • HALİL (HALİLE)

    Zevc, koca. Nikâhlı karı. Zevce.
  • HALİLİYYE

    Samimi dostluk ve kardeşlik.
  • HALİLULLAH

    Allah'ın dostu, Hz. İbrahim (A.S.).
  • HALİL-ÜR RAHMAN

    Allah'tan başkasından hiçbir zaman yardım dilemeyip, O'nun dostluğunu ihtiyar eden Hz. İbrahim'in (A.S.) lâkabıdır.
  • HALÎM

    Yumuşak huylu. Hoş muamele yapan. (Bak: Elhalîm)
  • HALÎMÂNE

    f. Yumuşak surette. Yumuşak huylulara yakışır bir tarzda.
  • HALÎME

    Yumuşak huylu kadın. * Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın süt anasının ismi. Beni Sa'd bin Bekr kabilesindendir. Halime-i Sa'diye diye de anılır. (R.A.)
  • HALİN

    Ahmak.
  • HALİS

    Bahadır ve haris kimse.
  • HALÎS

    Karışmış, muhtelif. * Siyah ile beyazı karışmış saç. * Tel.
  • HÂLİS

    Hilesiz. Katıksız. Saf. Duru. Saffetli. * Pek beyaz. * Evvelce karışık iken kusuru zâil olan. * Her ameli, yalnız Allah rızası için işleyen. (Bak: İhlâs) (Müennesi: Hâlise'dir)
  • HÂLİSANE

    f. Hâlise yakışır bir surette. Hâlis kimselere mahsus bir niyet ve fiil ile.
  • HÂLİSEN

    Halis ve katıksız olduğu halde. Hilesizce, doğru olarak.
  • HÂLİSET

    Edb: İbarenin düzgün ve akıcı olması.
  • HÂLİSİYYET

    Doğruluk, hâlislik, hilesizlik.
  • HÂLİS-ÜD DEM

    Arı kan, safkan.
  • HALÎT

    Buz. Kırağı. Dolu.
  • HALÎT

    Huk: Yol ve su gibi umumi olan araziler hukukunda ortak olan kimse. * Şerik, ortak. * Karışmış.
  • HALİTA

    Karışık halde olan. Karma. İki veya muhtelif maddelerden yapılmış. * Madenlerin birbirleriyle birleşmelerinden hâsıl olan mürekkep madde.
  • HALİTA-İ DİMAĞÎ

    f. Akıldaki muhtelif mes'ele ve fikirler. Dimağdaki karışık, muhtelif bilgiler.
  • HALÎ-ÜL-İZAR

    Yüzü yırtık. * Mc: Edepsiz, ahlâksız, utanmaz.
  • HALİYE

    (C.: Havâlî) Kendini süsleyen kadın.
  • HALİYEN

    (Hâli. den) Boş olarak, boş olduğu hâlde.
  • HALİYEN

    Şimdiki hâlde, şimdiki zamanda.
  • HALİYYAT

    (Haliye C.) Bekâr kadınlar, evlenmemiş kızlar.
  • HALİYYE

    Bağından boşanmış deve. * Yabancı bir yavru emziren deve. * Büyük gemi. * Arı kovanı. * Ahlâktan kinâyedir. * (C.: Haliyyât) Bekâr kadın, evlenmemiş kız.
  • HALK

    İnsan topluluğu. İnsanlar. * Yaratmak. İcad. Örneği ve benzeri olmayan bir şeyi yaratmak, ibdâ' eylemek. * Bir şeyi yumuşatıp düzleştirmek. (Bak: İnşa, İbda')(Sivrisineğin gözünü halkeden, güneşi dahi O halketmiştir. M.)(Kâinatı elinde tutamayan, zerreyi halkedemez. M.)(Hem semâvat ve arzı halkeden, semâvat ve arzın meyvesi olan insanın hayat ve memâtından âciz kalır mı? S.)
  • HALK

    Boğaz. * Tıraş etmek.
  • HALKA

    Ortası boş yuvarlak şekil. * Dâire şeklinde olan şey.
  • HALKABEGUŞ

    f. Kulağı küpeli, kulağı halkalı. * Mc: Köle, esir.
  • HALKABEND

    f. Toplanıp yuvarlak meydana gelecek şekilde oturma.
  • HALKA-İ ÂB-GÛN

    Gökyüzü, semâ.